onlardan zarar gelmez. Ben İslâm Köyü’nü Nurs Köyü gibi biliyorum. O hocalara da akrabam nazarıyla bakıyorum. Onlara da selâm ediyorıım. Evet, onların insafı ve Risale-i Nura karşı dostluklarıyla, Nur fabrikası o köyde dağdağasız teessüs etti, tahmin ediyorum...”
{Aynı eser, s: 424. }
“...Sandıklı tarafında kemal-i şevk ve ciddiyetle faaliyette bulunan Hasan Atıf kardeşimizin bir mektubundan anladım ki; Orada perde altında faaliyetini durdurmak için bazı hocalar, bir kısım tarikata mensub adamları vasıta edip fütür veriyorlar. Halbuki mesleğimiz müsbet hareket etmektir.
Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor. Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz. Müşteriler yalvarmalı... O kardeşimiz hakikaten halis ve tam sadık, kalemi gibi kalbi,
ruhu da güzel.. Fakat birden herşeyi mükemmel ister. Onun için biraz sıkıntı çeker. Mümkin olduğu kadar hem ihtiyat etsin, hem de mübtedi’ hocalara mübareze kapısını açmasın...”
{Aynı eser, s: 505.}
Atıfın manidar yazdığı cümleler içinde bir parça ehl-i bid’ aya siddet ğördüm. Zaman, zemin Risale-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez...”
{Osmanlıca Kastamonu-1, s: 518.}
“...Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Atıf’ın mektubunda bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur’a zarar verecek bir vaziyette bulunması, benim gibi binler kusurları bulunan bir biçarenin ehemmiyetli iki ma’zerete binaen bir sünneti terk ettiğim bahanesiyle, şahsımı çürütüp Risale-i Nura ilişmek istemiş.
Evvelâ: Hem o zat, hem sizler biliniz ki; ben Risale-i Nur’un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellalıyım. O ise, Arş-ı A’zamla bağlı olan Kur’ân-ı Azimü-ş şan ile bağlanmış bir hakiki tefsiridir. Benim şahsımdaki kusurât ona sirayet edemez. Benim yırtık dellâllık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez.
Saniyen: O vaiz ve âlim zata benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, i’tirazını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de o zatı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hatta tecavüz de edilse, beddua ile de mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir: Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünki daha müthiş düşman ve yılanlar var. Hem elimizde Nur var, topuz yok. Nur incitmez, ışığıyla okşar.
{Aynı eser, s: 424. }
“...Sandıklı tarafında kemal-i şevk ve ciddiyetle faaliyette bulunan Hasan Atıf kardeşimizin bir mektubundan anladım ki; Orada perde altında faaliyetini durdurmak için bazı hocalar, bir kısım tarikata mensub adamları vasıta edip fütür veriyorlar. Halbuki mesleğimiz müsbet hareket etmektir.
Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor. Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz. Müşteriler yalvarmalı... O kardeşimiz hakikaten halis ve tam sadık, kalemi gibi kalbi,
ruhu da güzel.. Fakat birden herşeyi mükemmel ister. Onun için biraz sıkıntı çeker. Mümkin olduğu kadar hem ihtiyat etsin, hem de mübtedi’ hocalara mübareze kapısını açmasın...”
{Aynı eser, s: 505.}
Atıfın manidar yazdığı cümleler içinde bir parça ehl-i bid’ aya siddet ğördüm. Zaman, zemin Risale-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez...”
{Osmanlıca Kastamonu-1, s: 518.}
“...Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Atıf’ın mektubunda bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur’a zarar verecek bir vaziyette bulunması, benim gibi binler kusurları bulunan bir biçarenin ehemmiyetli iki ma’zerete binaen bir sünneti terk ettiğim bahanesiyle, şahsımı çürütüp Risale-i Nura ilişmek istemiş.
Evvelâ: Hem o zat, hem sizler biliniz ki; ben Risale-i Nur’un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellalıyım. O ise, Arş-ı A’zamla bağlı olan Kur’ân-ı Azimü-ş şan ile bağlanmış bir hakiki tefsiridir. Benim şahsımdaki kusurât ona sirayet edemez. Benim yırtık dellâllık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez.
Saniyen: O vaiz ve âlim zata benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, i’tirazını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de o zatı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hatta tecavüz de edilse, beddua ile de mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir: Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünki daha müthiş düşman ve yılanlar var. Hem elimizde Nur var, topuz yok. Nur incitmez, ışığıyla okşar.
Yükleniyor...