dinsizlik esaslarını, zındıklık prensiblerini yerleştirmeye çalışan gizli ifsad komitelerinin plânlarının yerleştirilmesine karşı; hariç ve dahil din düşmanı, gizli ve aşikâr zındık ve münafıklar, Bediüzzaman’ı ve onun imanî ve Kur’ânî eserlerini kendilerine büyük bir mani’, kuvvetli bir engel ve yıkılmaz bir sed bildikleri ve gördükleri için idi... Başkaca maddî ve kanunî hiç bir sebep yoktu. Çünkü maddi alemde, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin hükümet işiyle ve onun siyaset ve idaresiyle, dahilî emniyet ve asayişi ile menfi olarak hiç bir dolaşığı yoktu. Bilâkis asayiş, emniyet, memleket huzuru , sulh ve sükûnunu temin etmeye medar en büyük ve en te’sirli hizmeti yapıyor ve ifa ediyordu. Her ne ise sadede dönüyoruz.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri yukarda mezkûr tarzdaki acıklı ve zulümlü olan Kastamonu hayatının kendi kalemiyle çok hülâsalı ve fezlekeli tablosunu şöyle çizmektedir:

“Bir zaman ihtiyarlık vaktinde, Eskişehir hapsinden bir sene cezayı çekip çıktım. Beni Kastamonu’ya nefyettiler. Polis karakolunda iki üç ay misafir ettiler. Benim gibi, sadık dostlarıyla görüşmekten sıkılan bir münzevî ve kıyafetinin tebdiline tahammül etmiyen bir adam, böyle yerlerde ne kadar azab çeker anlaşılır.

İşte, ben bu me’yusiyette iken, birden inayet-i ilâhiye ihtiyarlığımın imdadına geldi. O karakoldaki komiser, polislerle beraber sadık dost

{İlerde nakledeceğimiz bazı hadiselerde, bir kısım polis ve komiserlerin sebebsiz Üstâd’a musallat olup onu ta’ciz etmeleri neticesinde, yedikleri tokat ve manevi darbe ile kötü akibetleri görülecektir. Fakat Hazret-i Üstâd umumî ahval içerisinde hayatını anlatırken bunların sözünü etmemiştir. A.B.}



hükmüne geçtiler .Hiç bir vakit şapkayı başıma koymayı ihtar etmedikleri gibi, benim hizmetçilerim misüllü istediğim zaman beni şehrin etrafında gezdiriyordular. Sonra o karakolun karşısında Kastamonu’nun medrese-i Nuriyesine girdim. Nurların te’lifine başladım. Feyzî, Emin, Hilmî, Sadık, Nazif, Salahaddin gibi Nur’un kahraman şâkirdleri Nurların neşri, teksiri için o medreseye devam ettiler. Gençliğimde eski talebelerimle geçirdiğim kıymettar müzakere-i ilmiyeyi daha parlak bir surette gösterdiler...”

{Lem’alar, Envar Neşriyat, s: 263.}



Evet, Hazret-i Üstâd, bu şeker gibi ifadeleri ile, her şeyde, her musibet altında inayet ve Rahmetin tecellî cihetini görerek, göstererek imanın verdiği tesellî ve te’siri göstermek istemiştir. Yoksa hakikaten ve maddeten ve sebebler noktasından düşünülse, Hazret-i Üstâd’ın o tarz-ı hayatı bir nevi esaret hayatıdır.

 /  
1537
Yükleniyor...