{Osmanlıca Lem’alar, s: 751-753.}
“...Ey efendiler! Beyhude yorulmayınız, eğer aradığınız faraza varsa, hiç bir ucunu bu kadar zaman bulamadığınızdan biliniz ki; onu idare eden öyle acib bir deha var ki, mağlub edilmez ve mukabele edilmez. Çare-i yegane: onunla musalâhadır. Yoksa bu kadar masumlara zarar vermek ve ezmek yeter. Belki gayretullaha dokunur, gala ve veba gibi belâlara vesile olur. Halbuki benim gibi asabî ve en gizli olan sırrını yabanî adamlara çekinmiyerek söyliyen ve Divan-ı Harb-i Örfi’de meşhur ve pek merdane ve fedakârane müdafaatı yapan ve ihtiyarlık zamanında en ziyade akibeti tehlikeli ve meçhul sergüzeştlerden sakınmaya meslekçe mecbur olan bir adamın vasıtasıyla; böyle hiç keşfedilmiyen ve hiç keşfedilmiyecek komiteciliği isnad etmek, nihayet derecede bir safdilliktir.. ve yahud bir entrikadır.. veya bir anarşiliktir.. veya divaneliktir...”
{Aynı eser, s: 773.}
“...Bir hocanın, bir muallimin etrafındaki şâkirdleri, bir bakkalın samimi müşteri dostları hükmünde olan, nâdiren görüşebildiği ve bazılarını bir defa gördüğü bazı dostlarım bir cemiyetin faal azaları gibi neşriyata vasıta oluyor diye ittiham edilmişler?
Acaba, benim gibi bir adamın on sene zarfında on dostu bulunması ve o neşriyat dedikleri birer ve yahut ikişer nüshadan başka bulunmamakla beraber, bunlara: “Said’in vasıta-i neşriyatı” demek, ne kadar manasız olduğu bununla anlaşılır ki: Ben on gün, muhbirlerin dediği gibi niyet edip neşriyat yapsam, yüz adamı da bulup neşriyat yapabilirim...”
[Osmanlıca Lem’alar, s: 803.}
Yükleniyor...