şartlarına göre- çok uzak bir nahiyede bulunması, şu üçüncü ihtimaldeki kanaati kuvvetlendirir gibi geliyor akla. Yani şöyle mümkün olabilir ki; Muş civarından vaktiyle oraya hicretle gitmiş ve yerleşmiş, belki orada Cami yaptırmış ba’zı şarklı kabilelerin; bir zaman sonra yurtlarına avdet ettiklerine veyahut orada kalıp zamanla Türkleştiklerine işaret olabilir.

Eğer Barla’daki mezkûr camiîn ismi “Muj” olursa, bu ihtimali daha da kuvvetlendirir. Çünki ”Muj” Kürtçe de kuru üzüm demektir.

İşte Bediüzzaman, ferid-i deverân, nâdire-i cihan olan zâtın nesebi hakkında yapılan şu umumî tahlil, tahmin ederim; kâfî ölçüde neticeyi gösterir mahiyettedir. Asilzâdelik, necâbet ve hanedânlığın mecrasından saptırıldığı ve su-i isti’mallere alet edildiği bu asırda, Cenâb-ı Hakk kudret ve azametini göstermek için, hiç de ümid ve tahmin edilmiyen, namsız, nişanesiz bir aileden böyle hidayet nûrlarını saçan bir zâtı halk edip, ümmete mürşid ve rehber yapmak için, irade ve meşieti böyle taalluk, etmiştir.

Bu münasebetle, Bediüzzaman Hazretleri “Birinci şua” namındaki işarat-ı Kur’âniye Risalesi’ni te’lif edip, sırf Kur’ân’ın i’cazı’nı ve kudsî işaretlerini izhar etmek niyyetiyle neşrettikten sonra; şark’ın meşhur sâdat hanedanına mensub ihtiyar hoca ve şeyh bir zât, bir taraftan Halk Partililerin iğfalâtına kapılarak, bir tarafdan da Bediüzzaman Hazretleri’nin böyle pek büyük bir mazhariyete nailiyetini ve onun hakkında Allah’ın hususî ihsan ve kudretinin bu kabil bir tezahürünü aklına sığdıramayarak; Risale-i Nûr müellifinin, Kur’ânın âyetlerinin işaretlerine medar olabilecek pek azîm Kur’ânî bir hizmette istihdamını istib’ad edip yetiştiği ailesini, hatta milliyetini ve cinsiyyetini diline dolayarak, cami’lerde Üstâd’ın mübarek ismini ve şahsını zikrederek, pek acîb gıybetlere(22) girişdiği bir hengâmede: Bediüzzaman Hazretleri ona cevaben yazdığı bir mektubunda şöyle diyor:

“... Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhûr etmesini istiğrab ve istib’ad edip i’tiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar bir çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk etmek, azamet ve kudret-i İlâhiyye’ye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakda ve böyle ihtiyac-ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhûru rahmet-i İlâhiyye’ye bir delildir demeğe mecbur olur...”(23)

Yine bu ma’na ve hakikatin izharı sadedinde, 1952 yılı başında Üniversiteli Nûr talebeleri tarafından Üstâd’ın hayatında geçen harikaları toplayarak “Tarihçe-i Hayat” namiyle bir eser neşredildiği zaman, Üstâd Hazretleri o münasebetle kaleme almış olduğu uzunca bir tahlili vardır. Emirdağ, Sh. 72’dedir. Arzu eden ona da bakabilir.

Yükleniyor...