dair görüşeceklermiş. O günü Said-i Nursî Ankara’da Taşhan diye bir binada kalıyordu. Oraya gittiğimde; eli kolu çemrenmiş, abdestini almış, namaz vaktini bekliyordu. Kendisini M. Kemal Paşa’nın istediğini söyledim. O da: “Görüyorsunuz namaz vakti gelmiş, namazımı kıldıktan sonra geleceğimi söyleyin!” dedi.

Bana da dönerek: “Sen namaz kıldın mı?” Yahut da -İyice hatırlamıyorum-: “Namaz kılıyor musun, istersen kal beraber kılalım” dedi.

Ben ise yakayı kurtarmak için ma’zeret olarak çok acele işim vardır diyerek, durmadım ayrıldım.”

İkinci Hatıra ise Bediüzzaman’dan:

1959 sonu veya 1960’ın başında Üstâd Bediüzzaman Hazretleri bir nevi veda’ konuşması ve son vasiyyeti mahiyetinde olan “Son ders” adlı beyanatında mevzuumuzla ilgili şöyle bir hatırasını anlatır :

“Kırk sene evvel(29) bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için, bazı kumandanları, hatta hocaları yanıma gönderdi... Onlar dediler: “Biz şimdi mecburuz, kaidesiyle, Avrupa’nın ba’zı usullerini, medeniyetin icablarını taklide mecburuz” dediler:

Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız! Zaruret, sû-i ihtiyardan gelse, kat’iyyen doğru değildir. Haramı helâl etmez. Sû-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret, haram yoluyla olmamışsa zararı yok. Mesela bir adam sû-i ihtiyariyle haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa; hüküm aleyhine câri olur.. Ma’zur sayılmaz, ceza görür. Çünkü sû-i ihtiyari ile bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczub çocuk, cezbe halinde birisini vursa ma’zurdur, ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir”

İşte ben o kumandanlar ve hocalara dedim: Ekmek, yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var.. Sû-i ihtiyardan, gayr-i meşru’ meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar... Sinema, Tiyatro, Dans gibi şeylerde tiryakî olmuş ise; mutlak zaruret olmadığı ve sû-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde, zaruret-i kat’iye ile sû-i ih’tiyardan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlâhî’de ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş...”(30)

İşte Üstâd’ın bu hatırasıyla, o sıra Ankara’da cereyan etmekte olan ahval ve konuşmaların mahiyet ve mihrak noktası ne olduğunu.. Bediüzzaman’ın

Yükleniyor...