ANKARA HAYATI

Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, İstanbul’da İngilizlerin bütün şeytanetli desiselerini bozan ve çürüten hizmetleri icra ettikten sonra, İstanbul efkâr-ı umumiyesi, hususan ulema kesiminin fikirlerini İngiliz aleyhine ve müsbet yöne çevirme işi tamamlanmış, artık İstanbul’da tehlike ber-taraf edilmişti. Kuvay-ı Milliye hareketi de Yunan askerlerinin tamamını yurttan kovmuş ve büyük zaferi kazanmıştı. Böylece İslâm’ın bir yeni ışık ümidi Ankara’da parıldamaya başlamıştı. Zira Kuva-yı Milliye’yi harekete getiren ruh ve onun enerji kaynağı yalnız ve yalnız İslâm milliyetçiliği idi. İslâm’ın ay-yıldızlı sancağını ehl-i salibin tasallutundan kurtarmak ve İslâm’ın izzet ve şerefini muhafaza etmek gayretiydi. Evet İslâm’ın imanından aldığı bir kuvvetle; “ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim” olan cihan ordularını dize getiren bu azm-i metinle İslâm-Türk ve sair milletlerinin çağlayan bir cuş-u huruşu idi... Ve bilfiil de Kuva-yı Milliye hareketine katılan sarıklılar, sakallılar, ulema ve dervişler idi. Bunlara destek olup büyük bir imanla yardımcı olan çarşaflı, şalvarlı müslüman kadınları idi.

Yani, o hareket doğrudan doğruya İslâm dini adına coşan bir hamiyet ve gayretin ta kendisiydi. Ne sadece bir Türklük gözetilmiş, ne de Arnavutluk ve ne de Kürtlük!..

Ne kadar garibtir ki: İstiklâl savaşımızın iptidalarında ve içinde Müslüman halkı galeyana, heyecana getirmek için pek haklı olarak, din, mukaddesat, hilâfet makamı ve İslâm milliyetçiliği; şimdiki anlayış ve zihniyetin ta’biriyle alet edilerek, propaganda yapılmış ve bununla bütün yurt sathında fevkalâde büyük bir heyecan ve hareket galeyana gelmiş ve pek büyük bir kuvvet temin edilmişti. Hatta 1920’de Büyük Millet Meclisi adına kurulan ve icray-i hüküm eden İstiklal Mahkemeleri’nin neşrettiği bir beyannamenin baştaki iki satırı aynen şöyle idi:

“Üç yüz milyon Müslümanın ümit bağladığı vatanımızla, hilâfet makamı aleyhine zalim hükûmetler tarafından tertib edilen sû-i kast, İzmir, Adana ve İstanbul’un işgaliyle pek açık surette tahakkuk etti..” (Bak: İstiklal Mahkemeleri, Ergün Aybars 1975 baskılı, s: 242)

Ayrıca aynı sene içinde (1920) ta 1923 lere kadar M. Kemal Paşanın Din ve Mukaddesatı ağzından düşürmeden milleti galeyana, heyecana getirdiğini gösteren birçok nutuk ve tamim ve beyanları vardır. Bunlardan bir tanesi, 17 Mart 1920’de yayınlanmıştır, metni aynen şöyledir:

“Kuvayı-Milliye, memleketin uğradığı sû-i kasıdların başladığı günden beri devam eden samimi bir vahdet ve tesanüd içinde, vaziyetin bütün vehametine rağmen, azm ve metanetle telakki etmekle ve bu son ehl-i salip

Yükleniyor...