“... Daha sonraki yıllarda Said-i Nursi'nin eski talebelerinden Müküslü Hamza Efendi ile Darülfünûn Fakültesi'ne devam ediyorduk. Hamza Efendi ile yakın arkadaştık, çok sevişirdik. Talebeliğimiz hep birlikte geçmişti. O Farsça kısmını, ben de Fransızca ile Farsçayı bitirdim. Hamza Efendi, sonra büyük ablamla evlendi. Benim eniştem oldu. Daha sonra o, Medreset-ül Vaizîn'i bitirdi. İmam olarak orduya intisab etti. Medreset-üt Techiz (Lise) müdürlüğü yaptı. 1960 yılında vefat etti...

Fakülteyi aliyyüla'lâ derecede bitirmiştik. Hamza ile Divanyolu'ndan çıkarken, yolda Said-i Nursî ile karşılaştık, ellerini öptük, fakülteyi bitirdiğimizi söyledik. Hamza'ya: “Siz zaten Arapça ve Farsça kelimelere şark'tan aşinasınız. Sizin Farsçayı bitirmeniz bir meziyet değildir. Ali Nihat'ın İstanbullu olarak Farsçayı pek iyi derece ile bitirmesi büyük bir meziyettir” dedi.

1920'lerde şehzadebaşı'nda tekrar ziyaret edip elini öptüm. Zannediyorum, Darül-Hikmet'ten elli lira maaş alıyordu. Paraya hiç elini sürmezdi. Yeğeni Abdurrahman alırdı paraları. Eserlerini kendisi söyler, Abdurrahman yazardı. Risaleleri, kitapları neşreder meccanen dağıtırdı. Paraya, mala hiç ehemmiyet vermezdi. Müstağni idi. Eğer böyle olmasaydı, Said-i Nursi olamazdı.

Sonra da, Yavuz Selim’deki Medreset-ül Mütehassisîn'de görüştük. Yanında Seyyid şefik ve Avukat Mihri (Helav)(74) vardı. Yine Hamza ile gitmiştik, gri çeket vardı üzerinde. O gece bir çok mes'elelerden, ilmî ve dinî mes'elelerden bahsetti.

Bakın orada beni karşılayışını size söyliyeyim: “Buyurun benim aziz biraderim!” diye karşıladı. Daima düşünür, daima tefekkür ederdi. Adeta fevkalbeşer bir insandı.

Babanzade Ahmet Naim(*) Bey ondan bahsederken; “Dar’ül-Hikmet'te Bediüzzaman söze başladı mı, biz hayran hayran onu dinlerdik.”(75) derdi.

Bediüzzaman'ın çok mahfuzatı vardı çok... Hülâsa, onunla ilgili hatıram dört yerde cereyan etmişti. Selanik, şehzadebaşı, Divanyolu ve Medresetül Mütehassisin...”(76)

Yükleniyor...