“Tüm Müslüman halkın dinî farizalarını yerine şevkle, ciddiyetle getirmelerine saik olacak şeyin, müctehidlerin me'haz kitaplarına dayandırarak ispat, delil ve hüccetlerin getirilmesinden daha çok, İslâm dininin kaynak ve me'hazindeki kudsîliktir. Yani Kur’ân’ın kâinat sultanının fermanı, kelamı olduğunu, lâhutîlik ve mu'cizeliğini, ezelden ebede kadar hükmü bakî ve daimî olacağı yakinen idrak etmeklik ve bu tarzda imân etmeklik ve daha benzeri gibi imânı ışıklandırıp harekete getiren şeyin ondaki bu kudsîliktir. Bu sebeple büyük müçtehidlerin vücuda getirdikleri eserleri de şu mukaddes Kur’ân’a bakmak, onun emirlerini bizzat ondan öğrenmek için birer cam gibi arkasında Kur’ân’ı göstermelidirler. Ona gölge etmemeli, vekili yerine geçmemelidirler.
Mantık ilmindeki Melzum, Lâzım, Lâzımın Lâzımı olan üç şeyin aralarındaki kalın perdelerden, zihnin birisinden diğerine tabiî ve fıtrî olarak geçmesi, intikal etmesi mümkin değildir. Olsa olsa, ancak dolaylı bir şekilde olabilir. Yahut da ikinci kez bir kasıt ve dikkatle eğilirse belki bu intikal mümkün olabilir. Bu ise, fıtrî ve tabiî değildir. Halbuki Müslüman topluluğunun zihinleri evvel-emirde ve herşeyden önce lâzımın lazımına, sonra da lâzıma dönüp teveccüh etmesi lâzımdır.
Mantığın bu kesin hükmünü bu mes'ele ile kıyaslıyacak olursak; şeriat kitapları bugün Melzum makamındadırlar. Me’haz ve kaynakları olan Kur’ân ise Lâzım mertebesinde görünmektedir. Vicdanları elektriklendirip harekete getiren ondaki kudsilik ise, lâzımın lâzımıdır. Ancak ne var ki, bugün cumhurun, yani Müslüman halk topluluğunun nazarları şeriat kitaplarında toplandığı için, hep Melzum ile, yani tasnif edilmiş kitaplarla meşgul olmaktadır. Böylelikle Lâzım mertebesinde olan Kur’ân’ı hayâl-meyâl tasavvur edebilmekte ve Lâzımın Lâzımı olan kudsiyeti, çok nâdir olarak düşünebilmektedir. Böylece Müslüman halkın bugünkü bu durumu ile vicdanları lâkaydlığa alışmakta, belki de katılık peyda etmektedir.
Eğer dinimizin zaruriyatının, yani farz ve vâciblerinin aynı paralelinde olarak da, bugün bazı kanunlarla yasaklanmış olan hususların me'hazı olarak hep Kur’ân kaynak gösterilmiş olsaydı, o zaman zihinler fıtri olarak; vicdanları elektriklendirip harekete getiren ve sebepsiz, vasıtasız lâzım olan Kudsiyete intikal ederdi. Öyle olunca da, kalbe duyarlılık ve hassasiyet melekesi gelir yerleşir, imânın ihtarlarına karşı sağırca davranmış olmazdı.”
Bu mes'elenin sair esbâb-ı mucibeleriyle çare ve yollarını ve ispatlı delillerini öğrenmek, okumak isteyenleri Sünûhat risalesine havale ediyor, burada bu kadarıyla iktifa ediyoruz.
Mantık ilmindeki Melzum, Lâzım, Lâzımın Lâzımı olan üç şeyin aralarındaki kalın perdelerden, zihnin birisinden diğerine tabiî ve fıtrî olarak geçmesi, intikal etmesi mümkin değildir. Olsa olsa, ancak dolaylı bir şekilde olabilir. Yahut da ikinci kez bir kasıt ve dikkatle eğilirse belki bu intikal mümkün olabilir. Bu ise, fıtrî ve tabiî değildir. Halbuki Müslüman topluluğunun zihinleri evvel-emirde ve herşeyden önce lâzımın lazımına, sonra da lâzıma dönüp teveccüh etmesi lâzımdır.
Mantığın bu kesin hükmünü bu mes'ele ile kıyaslıyacak olursak; şeriat kitapları bugün Melzum makamındadırlar. Me’haz ve kaynakları olan Kur’ân ise Lâzım mertebesinde görünmektedir. Vicdanları elektriklendirip harekete getiren ondaki kudsilik ise, lâzımın lâzımıdır. Ancak ne var ki, bugün cumhurun, yani Müslüman halk topluluğunun nazarları şeriat kitaplarında toplandığı için, hep Melzum ile, yani tasnif edilmiş kitaplarla meşgul olmaktadır. Böylelikle Lâzım mertebesinde olan Kur’ân’ı hayâl-meyâl tasavvur edebilmekte ve Lâzımın Lâzımı olan kudsiyeti, çok nâdir olarak düşünebilmektedir. Böylece Müslüman halkın bugünkü bu durumu ile vicdanları lâkaydlığa alışmakta, belki de katılık peyda etmektedir.
Eğer dinimizin zaruriyatının, yani farz ve vâciblerinin aynı paralelinde olarak da, bugün bazı kanunlarla yasaklanmış olan hususların me'hazı olarak hep Kur’ân kaynak gösterilmiş olsaydı, o zaman zihinler fıtri olarak; vicdanları elektriklendirip harekete getiren ve sebepsiz, vasıtasız lâzım olan Kudsiyete intikal ederdi. Öyle olunca da, kalbe duyarlılık ve hassasiyet melekesi gelir yerleşir, imânın ihtarlarına karşı sağırca davranmış olmazdı.”
Bu mes'elenin sair esbâb-ı mucibeleriyle çare ve yollarını ve ispatlı delillerini öğrenmek, okumak isteyenleri Sünûhat risalesine havale ediyor, burada bu kadarıyla iktifa ediyoruz.
Yükleniyor...