Anladıktan ve mukayesesini yapdıktan sonra da, istersen can kulağıyla dinle ve al. İstersen de hiddet et” diyor.

Evet, şu ahirki suale Üstâd’ın verdiği cevab, fılhakika çok büyük ve müşkil ve karanlık noktaları hall etmektedir. Zira belki ta şimdiye kadar bir çok siyasî zübbelerden; Birinci Cihan Harbi'ne Osmanlı Devleti’nin din adına bil-mecburiye iştirâk etmesini, fuzulî ve bilerek ateşe girmek şeklinde addedenler çoktur. O ise, dünyanın o günkü şartlarında; ya harbsiz, mukabelesiz şeklinde; İngiliz, Rus ve Fransızların tüm dediklerini ve isteklerini kayıtsız, şartsız kabul ederek zelilâne teslim olup yerine getirmek vardı... Yahut da, dinin cihadı ve izzet-i İslâmiye ve hamiyet-i milliye adına harbe merdane girişmek kaçınılmazdı.

Evet, çok eskiden beri, başta İngilizler olmak üzere, Avrupalı Hıristiyanlar, Osmanlı Devleti’ni yıkmak, kaldırmak, dolayısıyla Hilafet müessesesini vücuttan silmek, en başta gelen hedefleriydi. Hatta, Doksanüç Harbi denilen meş’um ve menhus savaşın, 1877’de Ruslarla Osmanlılar’ın harbinden sonra, mel’ûn İngilizler’in istedikleri tam olarak elde edilmediği için, bu defa 13 Haziran 1878’de Osmanlı Devleti aleyhine Balkanları tahrik etmek gayesiyle bir konferans tertiplerler. Bu konferans Berlin’de olmuştu. O zaman alman İmparatoru Prens Bismark, Osmanlıları müdafaa etmiş ve İngilizler’e karşı çıkmıştı.(42) Bu konferansda da netice elde edilmediği için, İngiliz siyasî şeytanları Osmanlıları dahilden çökertmek plânını tatbik sahasına koymuşlardı. Bu plan kısmen netice verdiyse de, İngilizleri rahatlatamamış, 1912 başlarında tekrar Balkanları tahrik planını uygulamaya koymuşlardı. Balkan isyanında da, yine istedikleri hedefe tam ulaşamayınca; Osmanlıları, yukarda bahsini yaptığımız gibi, öyle bir mecburiyetle karşı karşıya bırakmışlardı ki; ya tüm dediklerini zelil bir şekilde boyun eğerek kabul etmeleri veya ça'r ü nâçar din adına harbe iştirak etmeleri kaçınılmaz olmuştu.

İşte Üstâd'a sorulan üstteki sualde; “Biz bilirdik, mağlub olacaktık. Bilerek bizi belâya attılar.” diyenlerin yerden göğe kadar yanlışlıklarını ve sû-i zanlarını göstermek için, aynı harpte müttefikimiz ve bizden evvel harbe iştirak etmiş Alman İmparatorluğu ve onun başında bir siyaset ve harb dahisi olan imparator Hindenburg vardı. Gerçi o sıra gerçekten Osmanlı Devleti maddeten çok zaifti, tek başına büyük devletlerle harb edecek durumda değildi. Lâkin namus-ı millî ve izzet-i İslâm’ın haysiyetini muhafaza için ister istemez harbe iştirak mecburiyeti kapıya gelmişti. Bunun yanında maddî bir kuvvet ve sebep de mevcuttu. O da Alman İmparatorluğu’nun ittifakı ve maddî destek ve yardımı idi.

Yükleniyor...