beyne-beyne bırakmış... Saadet odur ki, külle veya eksere saadet ola. Bu ise ekall-i kalilindir.
Nev-i beşere rahmet olan Kur’ân; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevanın tahakkümü ile havaic-i gayr-ı zaruriye, havaic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bidavette (Bedevilikte) bir adam dört şeye muhtaç iken; medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y, masrafa kâfi gelmediğinden hileye, harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir.
Cemaate, nev'e verdiği servet; haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir, ahlâksız etmiştir. Kurûn-u Ûlanın mecmu-u vahşetini bu medeniyet bir defada kustu. Âlem-i İslâm’ın şu medeniyete karşı istinkafı ve soğuk davranması ve kabulde ızdırabı (tereddüdü) cay-ı dikkattir. Zira, istiğna ve istiklâliyet hassasiyle mümtaz olan şeriat’taki ilâhî hidayet, Roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz. İmtizac etmez. Bel’ olunmaz. Tabi’' olmaz...
Bir asıldan tevem olarak (ikiz) neş'et eden eski Roma ve Yunan iki dehaları su ve yağ gibi; mürûr-u a'sar.. ve medeniyet.. ve Hıristiyanlığın temzicine rağmen, yine istiklâllerini muhafaza, adeta tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev'em ve esbâb-ı temziç var iken, imtizaç olunmazsa; şeriat’ın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehasiyle hiç bir vakit mezcolunmaz, bel' olunmaz...
Dediler: şeriat-ı Garra'daki medeniyet nasıldır?
Dedim: şeriat-i Ahmediye’nin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise; -ki medeniyet-i hazıranın inkışa'ından inkişaf edecektir. Onun menfî esasları yerine müsbet esaslar vazeder. İşte:
Nokta-i istinad: Kuvvete bedel, Haktır ki, şe'ni adalet ve tevazundur.
Hedefde menfaat yerine, fazilettir ki; şe'ni muhabbet ve tecazübdür.
Cihet-ul vahdette, unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-ı dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe'ni samimi uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafu'dur.
Hayatta düstur-ı cidal yerine, düstur-ı teavündür ki; şe'ni ittihad ve tesanüddür.
Heva yerine, Hüdâ'dır ki, şe'ni insaniyyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevayı tahdid eder. Nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.
Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki; mazlumların ve
Nev-i beşere rahmet olan Kur’ân; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevanın tahakkümü ile havaic-i gayr-ı zaruriye, havaic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bidavette (Bedevilikte) bir adam dört şeye muhtaç iken; medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y, masrafa kâfi gelmediğinden hileye, harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir.
Cemaate, nev'e verdiği servet; haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir, ahlâksız etmiştir. Kurûn-u Ûlanın mecmu-u vahşetini bu medeniyet bir defada kustu. Âlem-i İslâm’ın şu medeniyete karşı istinkafı ve soğuk davranması ve kabulde ızdırabı (tereddüdü) cay-ı dikkattir. Zira, istiğna ve istiklâliyet hassasiyle mümtaz olan şeriat’taki ilâhî hidayet, Roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz. İmtizac etmez. Bel’ olunmaz. Tabi’' olmaz...
Bir asıldan tevem olarak (ikiz) neş'et eden eski Roma ve Yunan iki dehaları su ve yağ gibi; mürûr-u a'sar.. ve medeniyet.. ve Hıristiyanlığın temzicine rağmen, yine istiklâllerini muhafaza, adeta tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev'em ve esbâb-ı temziç var iken, imtizaç olunmazsa; şeriat’ın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehasiyle hiç bir vakit mezcolunmaz, bel' olunmaz...
Dediler: şeriat-ı Garra'daki medeniyet nasıldır?
Dedim: şeriat-i Ahmediye’nin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise; -ki medeniyet-i hazıranın inkışa'ından inkişaf edecektir. Onun menfî esasları yerine müsbet esaslar vazeder. İşte:
Nokta-i istinad: Kuvvete bedel, Haktır ki, şe'ni adalet ve tevazundur.
Hedefde menfaat yerine, fazilettir ki; şe'ni muhabbet ve tecazübdür.
Cihet-ul vahdette, unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-ı dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe'ni samimi uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafu'dur.
Hayatta düstur-ı cidal yerine, düstur-ı teavündür ki; şe'ni ittihad ve tesanüddür.
Heva yerine, Hüdâ'dır ki, şe'ni insaniyyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevayı tahdid eder. Nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.
Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki; mazlumların ve
Yükleniyor...