İstanbul’daki Yeni Hayat Faslı - Sene 1918 -
Bediüzzaman Said-i Kürdî Hazretleri hayatının şu üçüncü kez İstanbul’a gelişinde ömrü 41. yılına girmiş bulunarak, ilim ve maneviyat sahasında ona başka ufuklar, başka levhalar açılmış bulunuyordu. Eski Said'in 1907-1912 yıllarındaki heyecanlı nutuk ve makaleleri görünmüyordu artık. Günlük siyasî gazetelerle ilgilenmiyordu pek... Yeni Said'in hayatına besmelekeş olmuştu çünkü... Hüzünlü, gamlı ve kederliydi. İslâm Hilâfeti’ni temsil eden Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlubiyeti ile sona ermesi dolayısıyla, İslâm’a gelen darbelerden pek çok müteessirdi... Ve “Hayatın yarası iltiyam bulur, İzzet-i İslâmiye ve Namus-u Millî’nin yaraları pek derindir.”(1) ve “Ben kendi âlâmlarıma tahammül ettim, fakat İslâm’ın âlamından gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâm’a indirilen her bir darbenin en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar sarsıldım. Fakat bir ışık görüyorum ki, o âlamları unutturacak İnşaallah!..”(2) diyordu. Derin derin tefekkürlere dalar, bazen tenha yerlere gider oturur, düşünürdü. İnsanların içtimaî ve siyasî hayatlarıyla zaruret olmadan meşgul olmak istemezdi. Harp ve esaret hayatının dört-beş senelik maddî zahmet ve meşakkatleri yanında, İslâm’ın maruz kaldığı felâketlerden gelen ma'nevî teellümat, nazenin vücudunda çok te'sirat yapmış; zaif düşürmüştü.
Evet, “Büyük Harb’te Türk Harbi” isimli eserin 3. cildinde tesbit edildiğine göre; Birinci Cihan Harbi'nde koca Osmanlı Devleti'nin maddeten tamamen mağlubiyetinden başka, bir milyon dört yüz bin şehid ve yaralı vermiş. aynı harbte sarfettiği para ise, on milyar altın franktı. Bu rakam, şimdiki paramızla nisbet edilse, aşağı-yukarı 160 trilyon lira idi harb masrafı...(*) Ayrıca ecnebi düşman devletleri, İslâm âlemini bölük-pörçük ederek, lokma-lokma yutmaya başlamışlardı. Bu durum karşısında, elbette zerre kadar hamiyeti olan için; felâketlerin felaketi idi bu, demesi icab ederdi.
Bütün bu felâketlere onun herkesten çok, belki herkesin bir misli kadar elem ve üzüntü hissettiği halde ve o dehşetli karanlık halete rağmen; ehl-i imânı me'yusiyetten kurtarmak ve maneviyatlarını takviye etmek için eserlerinde teselli edici noktaları yer yer derc ediyordu. Husûsan onun ifadesiyle
Bediüzzaman Said-i Kürdî Hazretleri hayatının şu üçüncü kez İstanbul’a gelişinde ömrü 41. yılına girmiş bulunarak, ilim ve maneviyat sahasında ona başka ufuklar, başka levhalar açılmış bulunuyordu. Eski Said'in 1907-1912 yıllarındaki heyecanlı nutuk ve makaleleri görünmüyordu artık. Günlük siyasî gazetelerle ilgilenmiyordu pek... Yeni Said'in hayatına besmelekeş olmuştu çünkü... Hüzünlü, gamlı ve kederliydi. İslâm Hilâfeti’ni temsil eden Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlubiyeti ile sona ermesi dolayısıyla, İslâm’a gelen darbelerden pek çok müteessirdi... Ve “Hayatın yarası iltiyam bulur, İzzet-i İslâmiye ve Namus-u Millî’nin yaraları pek derindir.”(1) ve “Ben kendi âlâmlarıma tahammül ettim, fakat İslâm’ın âlamından gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâm’a indirilen her bir darbenin en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar sarsıldım. Fakat bir ışık görüyorum ki, o âlamları unutturacak İnşaallah!..”(2) diyordu. Derin derin tefekkürlere dalar, bazen tenha yerlere gider oturur, düşünürdü. İnsanların içtimaî ve siyasî hayatlarıyla zaruret olmadan meşgul olmak istemezdi. Harp ve esaret hayatının dört-beş senelik maddî zahmet ve meşakkatleri yanında, İslâm’ın maruz kaldığı felâketlerden gelen ma'nevî teellümat, nazenin vücudunda çok te'sirat yapmış; zaif düşürmüştü.
Evet, “Büyük Harb’te Türk Harbi” isimli eserin 3. cildinde tesbit edildiğine göre; Birinci Cihan Harbi'nde koca Osmanlı Devleti'nin maddeten tamamen mağlubiyetinden başka, bir milyon dört yüz bin şehid ve yaralı vermiş. aynı harbte sarfettiği para ise, on milyar altın franktı. Bu rakam, şimdiki paramızla nisbet edilse, aşağı-yukarı 160 trilyon lira idi harb masrafı...(*) Ayrıca ecnebi düşman devletleri, İslâm âlemini bölük-pörçük ederek, lokma-lokma yutmaya başlamışlardı. Bu durum karşısında, elbette zerre kadar hamiyeti olan için; felâketlerin felaketi idi bu, demesi icab ederdi.
Bütün bu felâketlere onun herkesten çok, belki herkesin bir misli kadar elem ve üzüntü hissettiği halde ve o dehşetli karanlık halete rağmen; ehl-i imânı me'yusiyetten kurtarmak ve maneviyatlarını takviye etmek için eserlerinde teselli edici noktaları yer yer derc ediyordu. Husûsan onun ifadesiyle
Yükleniyor...