İkinci günde ukde-i hayatımız olan itaat-ı askeriyeden sual ettim. Dediler ki; Askerin zâbitleri asker kıyafetine girmiş, itaat çok bozulmamıştır: Tekrar sual ettim: ‘Kaç zabit vurulmuş?’ Beni aldattılar, dediler: Yalnız dört tane, onlar da müstebit imişler. Hem de şeriat’ın âdâbı ve hududu icra olunacak. Ben de gazetelere baktım, onlar da o kıyamı meşru' gibi tasvir ediyorlardı. Ben de bir cihetten sevindim. Zira en mukaddes maksadım, şeriat’ın ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir. Fakat itaat-ı askeriyeye halel geldiğinden, nihayet derecede me'yus ve müteessir oldum ve umum gazeteler(*) ile askere hitaben neşrettim ki:
“Ey Askerler! Zabitleriniz bir günah ile nefsine zulmediyorsa, siz o itaâtsizlikle otuz milyon Osmanlı ve üçyüz milyon nüfus-ı İslâmiye’nin birer birer haklarına da zulmediyorsunuz. Zira umum İslâm ve Osmanlıların haysiyet ve saadet ve bayrak-ı tevhidi, sizin itaatınızla kaimdir. Hem de şeriât istiyorsunuz, fakat itaatsizlikle şeriat’a şiddetli muhalefet ediyorsunuz.
Ben onların hareketini ve şecaatlarını okşadım. Zira efkâr-ı umumiyenin yalancı tercümanı olan cerideler nazarımıza hareketlerini meşru' göstermişler. Ben de takdir ile beraber nasihati bir derece te'sir ettirdim. İsyanı bir derece bastırdım. Yoksa böyle âsân olmazdı. Ben ki bilfiil tımarhaneyi ziyaret etmiş bir adamım. Böyle işler nemelâzım, âkıller düşünsün demediğimden cinayet ettim.”(176)
İşte Bediüzzaman Hazretleri’nin Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesi’ndeki müdafaasının bu bölümünden anlaşılmaktadır ki: 31 Mart hareketinin üçüncü gününde, umum gazetelerde, isyan etmiş askerlere hitab eden nutkunu neşrettirmiştir. Ayrıca da isyanın dördüncü günü olan 3 Nisan 1325 (16 Nisan 1909) Cuma günü ulemâ ile birlikte Harbiye Nezareti’ne giderek
Yükleniyor...