Bu gerçek tarihî hadiseyi Bediüzzaman’ın ifade ve beyânlarından da dinlemek mümkindir. Bir eserinde der ki:
“Bidayet-i hürriyette şu fikri (aşağıdaki) Jön-Türklere teklif ettim, kabul etmediler. Oniki sene sonra(122) tekrar teklif ettim, kabul ettiler. Lâkin meclis fesholdu. şimdi âlem-i İslâm’ın mütemerkiz noktasına tekraren arz ediyorum.”
Jön Türklere teklif edilen fikir şu idi:
“Tarih bize gösteriyor ki: Ehl-i İslâm ne derece dine temessük etmiş ise, terakkî etmiş. Ne vakit dinde zaaf göstermiş ise, tedennî etmiştir. Başka dinde bilâkis kuvveti zamanında vahşet, za’afı zamanında temeddün hasıl olmuştur. Cumhur-u enbiyanın şark’ta bi’seti, kader-i ezelînin bir remzidir ki: şark’ın hissiyatına hâkim dindir. Bugün âlem-i İslâm’daki tezahürat da gösteriyor ki; âlem-i İslâm’ı uyandıracak, şu mezelletten kurtaracak yine o histir. Hem de sâbit oldu ki; bu Devlet-i İslâmiyeyi bu öldürücü müsademata rağmen yine o hiss muhafaza etmiştir. Bu hususta Garb’a nisbetle ayrı bir hususiyete mâlikiz, onlara kıyas edilemeyiz.”(123)
İşte, Jön-Türklerin o zaman kabul etmedikleri bu muazzam fikir, bilâhare 1920’lerde tekrar devrin meb’uslarına telkin edilmiş, kabul ile karşılanmış, lâkin o zamanki meclis feshedilmiştir.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri, küçüklüğünden ta vefatına kadar taşıdığı bu ve bu gibi İslâmî ve İslâm âlemini uyandıracak, ittihada getirecek fikirlerini ne zaman ve nerede zemin ve fırsat bulmuşsa, siyasilere telkinden geri kalmamıştır.
İşte o zamanlarda İttihad ve Terakkî’deki ahrar (Hürriyetçiler)’ların başa geçmesi ile kurulan hükümetin meb’uslarına da aynı telkinatı yapmıştır. şöyle ki kendisi yazıyor:
Yükleniyor...