8- Bediüzzaman için elli sene fikrinden hiç taviz vermeden aynı tempoyla devam ettiğini (Türkiye’de Nurculuk Davası, s: 660 naklen)
Az aşağıdaki sâhifelerde ise; Said Nursi’ nin 1908’den önceki fikriyle, 1909’daki fikirlerinin ayrı ayrı olduğunu; dolayısıyla fikir değişikliğine uğradığını yazar.. ve bazı ma’zeretlerle bu fikir değişikliğini meşru’ göstermeye çalışır. (Bak: Türkiyede Nurculuk Davası, s: 679 naklen) bu tezâtlı iddiadan hangisi doğru acaba?
Evet bunlardan birincisi doğru ve haktır. İkincisi iftira ve bühtandır.
Zira Bediüzzaman hem 1908’lerin içinde, hem Meşrutiyet’in ilânından sonraki faaliyetlerinde sözleri, nutukları, makaleleri hiç değişmeden aynı şeyi savunmuştur. Onun o günlerde peşinde koştuğu, hararetle arzu ettiği şey, bir meşrutiyet-i meşru’ayı gerçekleştirmekti. Hatta 1909’un 23 Mayıs’ında Divan-ı Harb-i Örfî mahkemesinde yaptığı müdafaasında ezcümle şöyle demiştir:
“Ey Paşalar, zabitler! Cemi-i kuvvetimle derim ki: Ceridelerde neşrettiğim umum makâlâtımdaki umum hakaika nihayet derecede musırrım. şayet zaman-ı mazî cânibinden asr-ı saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatle davet olunsam; neşrettiğim hakâikı aynen ibrâz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
şayet müstakbel tarafından, üçyüz sene sonra tenkidat-ı ukala mahkemesinden, tarih celbnâmesiyle, celb’olunsam, yine bu hakikatleri, -tevessu’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber- taze olarak orada da göstereceğim. Demek hakikat tahavvül etmez... Hakikat hakdır.”(84)
Bu mânâyı te’yiden, Bediüzzaman Hazretleri henüz İttihâdçılardan tamamen kopmadığı ve Meşrutiyeti şeriat namına hararetle alkışlayıp telkin ettiği sırada neşrettiği bir makalesine, 1951 senesinde ilâve ettiği bir haşiyede şöyle der:
“Medar-ı ibret ve hayrettir ki; 1324 (1908) senesinde Hürriyet’in üçüncü gününde İstanbul’da, hem sonra Selânik’te meydan-ı hürriyette binler siyasîlere karşı da’va ettiği ve bütün kuvvetiyle şeriatı istediği, hürriyeti ve meşrutiyeti şeriata hizmetkâr yaptığı halde; sonra, 31 Mart’ta Hareket Ordusu gayet dehşet ve şiddetle şeriatı istiyenleri mes’ul ettikleri zamanda, “Divan-ı Harb-i Örfî”de Said’in bu münteşir nutuklarından beraet verildiği halde; şimdi ise, siyaseti otuz seneden beri bıraktığı ve o nutuklarına nisbeten pek az temas için 27 sene dinsizlik hesabına işkenceler, gaddarane azab ve ceza verenler, elbette din namına zulmetmiş engizisyondan daha zalim olduklarını isbat eder.”(85)
Az aşağıdaki sâhifelerde ise; Said Nursi’ nin 1908’den önceki fikriyle, 1909’daki fikirlerinin ayrı ayrı olduğunu; dolayısıyla fikir değişikliğine uğradığını yazar.. ve bazı ma’zeretlerle bu fikir değişikliğini meşru’ göstermeye çalışır. (Bak: Türkiyede Nurculuk Davası, s: 679 naklen) bu tezâtlı iddiadan hangisi doğru acaba?
Evet bunlardan birincisi doğru ve haktır. İkincisi iftira ve bühtandır.
Zira Bediüzzaman hem 1908’lerin içinde, hem Meşrutiyet’in ilânından sonraki faaliyetlerinde sözleri, nutukları, makaleleri hiç değişmeden aynı şeyi savunmuştur. Onun o günlerde peşinde koştuğu, hararetle arzu ettiği şey, bir meşrutiyet-i meşru’ayı gerçekleştirmekti. Hatta 1909’un 23 Mayıs’ında Divan-ı Harb-i Örfî mahkemesinde yaptığı müdafaasında ezcümle şöyle demiştir:
“Ey Paşalar, zabitler! Cemi-i kuvvetimle derim ki: Ceridelerde neşrettiğim umum makâlâtımdaki umum hakaika nihayet derecede musırrım. şayet zaman-ı mazî cânibinden asr-ı saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatle davet olunsam; neşrettiğim hakâikı aynen ibrâz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
şayet müstakbel tarafından, üçyüz sene sonra tenkidat-ı ukala mahkemesinden, tarih celbnâmesiyle, celb’olunsam, yine bu hakikatleri, -tevessu’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber- taze olarak orada da göstereceğim. Demek hakikat tahavvül etmez... Hakikat hakdır.”(84)
Bu mânâyı te’yiden, Bediüzzaman Hazretleri henüz İttihâdçılardan tamamen kopmadığı ve Meşrutiyeti şeriat namına hararetle alkışlayıp telkin ettiği sırada neşrettiği bir makalesine, 1951 senesinde ilâve ettiği bir haşiyede şöyle der:
“Medar-ı ibret ve hayrettir ki; 1324 (1908) senesinde Hürriyet’in üçüncü gününde İstanbul’da, hem sonra Selânik’te meydan-ı hürriyette binler siyasîlere karşı da’va ettiği ve bütün kuvvetiyle şeriatı istediği, hürriyeti ve meşrutiyeti şeriata hizmetkâr yaptığı halde; sonra, 31 Mart’ta Hareket Ordusu gayet dehşet ve şiddetle şeriatı istiyenleri mes’ul ettikleri zamanda, “Divan-ı Harb-i Örfî”de Said’in bu münteşir nutuklarından beraet verildiği halde; şimdi ise, siyaseti otuz seneden beri bıraktığı ve o nutuklarına nisbeten pek az temas için 27 sene dinsizlik hesabına işkenceler, gaddarane azab ve ceza verenler, elbette din namına zulmetmiş engizisyondan daha zalim olduklarını isbat eder.”(85)
Yükleniyor...