GİRİŞ
Hilâfet-i İslâmiye’nin bayraktarlığını uhdesine almış olan Osmanlı Ülkesinin âfâkında; Hicrî on üçüncü asrın başında zuhûr eden; ve zamanın ilim ve irfan dünyasına şaşkınlıklar verip ulemanın hayret nazarlarını üstüne çeken; ve henüz çok genç yaşta iken, sît ve şöhreti memleketin âfâkını kaplıyarak, “Molla-i Meşhûr” “Bediüzzaman” ünvânlarını bihakkın kazanan; tefsir, hadis, fıkıh, mantık, kelâm, hikmet-i İslâmiye ve tarih gibi din ilimlerinde olduğu kadar; felsefe, kimya, biyoloji, coğrafya, astronomi gibi fennî ilim dallarında da zekâ ve karîhasının fıtrî ve İlâhî yüksekliğini ulema-i İslâm ve mektep hocaları yanında tasdik ettiren.. Hem amelî ve ahlâk sahasında da velâyet, kerâmet, ferâset, zühd, istiğna, ihlâs, iffet, ferağat, ubudiyyet ve kanaatta.. ve askerlik, zeka, dirayet, cesaret, fedakârlık, hamiyet, hamaset, istikbale nüfuz, siyaset-i âlem gibi kemalâtta en yüce mertebelere ulaştığını hayatıyla ispat eden gerçek bir Üstâd-ı küllün bütün yönleriyle sergüzeşt-i hayatını yazmak, yani mezkür zekâ ve isti’dadiyle, ilim ve irfaniyle, mazhar olduğu ma’neviyatını, makâmatını ve vicdaniyyatını da kaleme almak, elbette bizim gibilerin haddi değildir.
Bu gerçeğe -tahmin ediyorum- işaret olsa gerektir ki; Hazret-i Üstâd, “Muhâkemât” isimli eserinde: “şahsın üslub-u beyânı, şahsın timsal-i şahsiyetidir. Ben ise gördüğünüz veya işittiğiniz gibi, halli müşkil bir muammayım.:”(1) demiştir.
Yine başka bir eserinde Arabi olarak:
(2) demiş.
Türkçesi: “Hayatıma yemin ederim; ne kadar acîb şeyler varsa, benim onlara ulaşmak, onları yaşamak maksadımdır. Böylelikle âdetâ ben acâib şeylerin gözlerinde bir acîbim” diyen o hakikaten acîb ve garip hâlâtla dolu olan hayatı kalemlerle ta’rif edilmez, desek mübalağa etmiş olmayacağız.
Hilâfet-i İslâmiye’nin bayraktarlığını uhdesine almış olan Osmanlı Ülkesinin âfâkında; Hicrî on üçüncü asrın başında zuhûr eden; ve zamanın ilim ve irfan dünyasına şaşkınlıklar verip ulemanın hayret nazarlarını üstüne çeken; ve henüz çok genç yaşta iken, sît ve şöhreti memleketin âfâkını kaplıyarak, “Molla-i Meşhûr” “Bediüzzaman” ünvânlarını bihakkın kazanan; tefsir, hadis, fıkıh, mantık, kelâm, hikmet-i İslâmiye ve tarih gibi din ilimlerinde olduğu kadar; felsefe, kimya, biyoloji, coğrafya, astronomi gibi fennî ilim dallarında da zekâ ve karîhasının fıtrî ve İlâhî yüksekliğini ulema-i İslâm ve mektep hocaları yanında tasdik ettiren.. Hem amelî ve ahlâk sahasında da velâyet, kerâmet, ferâset, zühd, istiğna, ihlâs, iffet, ferağat, ubudiyyet ve kanaatta.. ve askerlik, zeka, dirayet, cesaret, fedakârlık, hamiyet, hamaset, istikbale nüfuz, siyaset-i âlem gibi kemalâtta en yüce mertebelere ulaştığını hayatıyla ispat eden gerçek bir Üstâd-ı küllün bütün yönleriyle sergüzeşt-i hayatını yazmak, yani mezkür zekâ ve isti’dadiyle, ilim ve irfaniyle, mazhar olduğu ma’neviyatını, makâmatını ve vicdaniyyatını da kaleme almak, elbette bizim gibilerin haddi değildir.
Bu gerçeğe -tahmin ediyorum- işaret olsa gerektir ki; Hazret-i Üstâd, “Muhâkemât” isimli eserinde: “şahsın üslub-u beyânı, şahsın timsal-i şahsiyetidir. Ben ise gördüğünüz veya işittiğiniz gibi, halli müşkil bir muammayım.:”(1) demiştir.
Yine başka bir eserinde Arabi olarak:
(2) demiş.
Türkçesi: “Hayatıma yemin ederim; ne kadar acîb şeyler varsa, benim onlara ulaşmak, onları yaşamak maksadımdır. Böylelikle âdetâ ben acâib şeylerin gözlerinde bir acîbim” diyen o hakikaten acîb ve garip hâlâtla dolu olan hayatı kalemlerle ta’rif edilmez, desek mübalağa etmiş olmayacağız.
Yükleniyor...