İşte Bediüzzaman Hazretleri’nin bütün maksad ve düşüncelerinin bir fihristesi olan bu yazısı, onun o gençlik zamanında nasıl bir İslâmiyet hamiyeti taşıdığını, neyin peşinde olduğunu, nasıl bir hizmeti tasauvvur ettiğini apaçık göstermektedir.

Yine Bediüzzaman’ın o zamanlardaki hayatının -başka bir yönden- tasavvur ve fikriyatını gösteren bir yazısı da şöyledir:

“...Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde bir vâkıa-i sâdıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı altındayım. Birden o dağ müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım, merhûm validem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma! Cenâb-ı Hakk’ın emridir. O Rahimdir ve Hakimdir” Birden o hâlette iken, baktım: Mûhim bir zât bana âmirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’ân’ı beyân et!” Uyandım, anladım ki; bir büyük infilak olacak, o infilak ve inkılâbtan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak, doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek ve Kur’ân’a hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak.. ve şu i’cazın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkında olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.”(42)

Bediüzzaman’ın tasavvur ve fikriyatının ana hatlarını çizen bu iki yazı gibi çok nümûneleri onun eserlerinde görmek mümkündür. Fakat bu nokta için bunlar kâfi...

şimdi de 1316-1899 tarihinde geçirmiş olduğu fikri inkılab mevzu’unu da bir eserinde nasıl anlattığını görelim:

“.. Cay-ı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafukdur ki; Risale-i Nûr müellifi 1316 sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikri geçirdi. şöyle ki: O tarihe kadar ulûm-u mütenevvi’ayı ilimle tenevvür için merak eder okuturdu. Birden o tarihte merhûm Vali Tahir Paşa vasıtasıyla, Avrupa’nın Kur’ân’a karşı müthiş bir su-i kasıdları var olduğunu bildi. Hatta bir gazetede bir müstemlekât nazırı demiş: “Bu Kur’ân İslâm elinde varken, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun sukûtuna çalışmalıyız: ‘ dediğini işitti, gayrete geldi... Birden makâm-ı cifrisi 1316 olan

fermanını ma’nen dinleyerek, bir inkılâb-ı fikrî ile, merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevvi’ayı Kur’ân’ın fehmine ve hakikatlerinin isbatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını yalnız Kur’ân’ı bildi. Ve Kur’ân’ın i’caz-ı ma’nevîsi ona rehber ve mürşid ve Üstâd oldu...(43)

Yükleniyor...