Artık Bediüzzaman, bu tarihten sonra başka bir insan, başka bir Bediüzzaman’dır. Medresesinde de tedrisatını, Kur’ân’ın hakikatlerini fehmetmek üzere talebelerine ders vermek şekline girmiştir. Molla Abdülmecid’in anlattığına göre, o tarihten sonra talebelerine ders verirken, Kur’ân’ı eline alır, takriren tedris ederdi. Arapçayı da kısa yoldan öğretmek ve az zamanda, maksud ilimlere çıkarmak şeklinde oluyordu.
Ayrıca bu ana kadar mütalâa ettiği yüzlerce kitab ve hıfzına(34) aldığı doksan küsûr metin kitaplarla müheyya olmuş olan harikulâde ilmî malûmatla beraber fıtrî, İlâhî bir acîb zekâ, kabiliyyet(35) ve isti’dadiyle, Kur’ân’ın hakaikına mûteveccih olmuş, dekaikına dalmış ve esrârına nüfûz etmeğe başlamıştı. Herşeyi artık Kur’ân’dı. Üstâdı, rehberi, muallimi Kur’ân...
Artık hayatı bu da’va için vardı. Onun tahakkukunu plânlıyordu. Aynı senede Van kal’asından ayağı kayarak düşerken, “Ah da’vam!.” diye bağırdığı davası bu dava idi.
Üstâd Bediüzzaman, 1899 tarihinden sonra, gerçi bütün himmetini, malûmatını Kur’ân’ın hakikatlerini fehmetmeye hasretmişti. Fakat 1918 veya 1919’larda Eski Said’den Yeni Said’e geçiş inkılâbında olduğu gibi, sair kitabların mütalâasını bütünüyle terk etmiş değildi. Lâkin bundan sonraki bütün mütalâaları Kur’ân’ın i’cazî nüktelerini taharrî maksadıyla idi.
Bediüzzaman’ın tasarladığı plan ve projelerinin şeklini bir de bizzât kendisinden dinleyelim.
Demokratlar 1951’in Ağustos’undan itibaren şark Üniversitesi’ni te’sis etmeye teşebbüs ettikleri zaman, Bediüzzaman reis-i cumhura ve baş vekile yazdığı mektubundan bir kısmı:
“...Altmış beş sene(36) evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz Müstemlekat Nâzırı Kur’ân’ı elinde tutup, konferans vermiş, Demiş ki: “Bu, İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakiki hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukût ettirmeliyiz veyahut Müslûmanları ondan soğutmalıyız.”
Ayrıca bu ana kadar mütalâa ettiği yüzlerce kitab ve hıfzına(34) aldığı doksan küsûr metin kitaplarla müheyya olmuş olan harikulâde ilmî malûmatla beraber fıtrî, İlâhî bir acîb zekâ, kabiliyyet(35) ve isti’dadiyle, Kur’ân’ın hakaikına mûteveccih olmuş, dekaikına dalmış ve esrârına nüfûz etmeğe başlamıştı. Herşeyi artık Kur’ân’dı. Üstâdı, rehberi, muallimi Kur’ân...
Artık hayatı bu da’va için vardı. Onun tahakkukunu plânlıyordu. Aynı senede Van kal’asından ayağı kayarak düşerken, “Ah da’vam!.” diye bağırdığı davası bu dava idi.
Üstâd Bediüzzaman, 1899 tarihinden sonra, gerçi bütün himmetini, malûmatını Kur’ân’ın hakikatlerini fehmetmeye hasretmişti. Fakat 1918 veya 1919’larda Eski Said’den Yeni Said’e geçiş inkılâbında olduğu gibi, sair kitabların mütalâasını bütünüyle terk etmiş değildi. Lâkin bundan sonraki bütün mütalâaları Kur’ân’ın i’cazî nüktelerini taharrî maksadıyla idi.
Bediüzzaman’ın tasarladığı plan ve projelerinin şeklini bir de bizzât kendisinden dinleyelim.
Demokratlar 1951’in Ağustos’undan itibaren şark Üniversitesi’ni te’sis etmeye teşebbüs ettikleri zaman, Bediüzzaman reis-i cumhura ve baş vekile yazdığı mektubundan bir kısmı:
“...Altmış beş sene(36) evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz Müstemlekat Nâzırı Kur’ân’ı elinde tutup, konferans vermiş, Demiş ki: “Bu, İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakiki hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukût ettirmeliyiz veyahut Müslûmanları ondan soğutmalıyız.”
Yükleniyor...