- “Ben, muarızlarım olan talebe ve medrese ehli arkadaşlarım tarafından öldürülsem, telef olsam bile; ehl-i ilmin işlerine avam-ı halkın karışmasını istemiyorum” dedikten sonra, muarızı olan talebe ve hocalara da hitaben:
- “Gelin beni öldürün, lâkin ilmin izzetini, haysiyetini muhafaza edin” deyip muarızlarına sırtını çevirip beklemişse de, hiçbir talebe cesaret edipte üstüne yürüyememiş ve böylelikle ihtilâf ve kavga bertaraf edilmiştir.
Daha sonra hadiseyi haber alan Siirt mutasarrıfı da, Bediüzzaman’a birkaç jandarma göndererek: “İhtilâf ve kavgayı çıkaran talebe ve hocaları sürgün edeceğini ve kendisini de bundan böyle muhafaza edeceğini” tebliğ eder ve mutasarrıflığa kadar teşrifini ister.
Bu tebliğ ve müdahaleye karşı Bediüzzaman: “Biz talebeyiz, birbirimizle döğüşürüz, barışırız. Binâenaleyh mesleğimizin dışında bulunan birisinin bize karışması uygun olmadığından gelemiyeceğim. Hata da benimdir.” diyerek jandarmaları geri gönderir.
Bediüzzaman, bu hâtıra ve hadiseyi 1935’de te’lif ettiği bir risalesinde şöyle kaydeder:
“ (Celcelutiye’nin) bu cümlesi ahirindeki tenvin sayılmak şartıyla binüçyüzdokuz eder. (1892) İşte o tarih ise, hitabına mazhar olan Risale-i Nûr müellifinin, âdet-i mahalliye ve silah-ı millî olan seyf ve hançerin hücûmuna hedef kaldığı ve seyf ve hançeri beraberinde taşımaya mecbur olduğu ve kıskançlık sebebiyle Siirt’te âlimler ve talebelerin büyük bir münazara ve kavgalarına maruz bulunduğu hengama tam tamına tevafuk eder...(11)
Bu beyândan anlaşılan, artık Bediüzzaman yanında bir hançer silahını taşımaya başlamıştır.
Merhûm Abdurrahman, Üstâd’ın hayatının bu dönemini şu şekilde yazmaktadır:
Yükleniyor...