şuursuz olan esbab-ı tabiiye ise, bu kadar hayret-feza silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve efrad denilen dehşet-engiz birer makine-i acibe-i İlâhiyenin icad ve inşasına adem-i kabiliyetleri cihetiyle her bir ferd, her bir nevi müstakillen Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıktıklarını ilân ve izhar ediyorlar.
Kur’an-ı Kerim
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَي مِنْ فُطُورٍ
der. Kur’an’da delil-i inayet vücûh-u mümkinenin en mükemmel vechi ile bulunuyor. Kur’an, kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, fevaidi tezkâr ve nimetleri tadad eden âyâtın fevasıl ve hâtimelerinde galiben akla havale ve vicdanla müşaverete sevketmek için
اَوَلَا يَعْلَمُونَ ر اَفَلَا يَعْقِلُونَ ر اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ر فَاعْتَبِرُوا
gibi, o bürhan-ı inayeti ezhanda tesbit ediyor.
İkinci Delil-i Kur’anî: “Delil-i İhtira”dır. Hülâsası:
Mahlukatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde müretteb olan âsâr-ı mahsusasını müntic ve istidad-ı kemaline münasib bir vücudun verilmesidir. Hiç bir nev-i müteselsil, ezeli değildir, imkân bırakmaz. İnkılâb-ı hakikat olmaz. Mutavassat nev’in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkılâb-ı hakaikın gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hâdiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a’raziyetleri cihetiyle, enva’daki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A’raz, cevher olamaz. Demek enva’ının fasîleleri ve umum a’razının havass-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhtera’dırlar. Silsilede tenasül, şerait-i âdiye-i itibariyedendir.
Feya acaba! Vâcib-ül Vücud’un lâzime-i zaruriye-i beyyinesi olan ‘Ezeliyet’i zihinlerine sığıştıramayan, nasıl oluyor da, her bir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hem dest-i tasarruf-u kudrete karşı mukavemet edemeyen koca kâinat, nasıl oldu da, küçücük ve nazik zerratların (öyle dehşetli salabet bulmuş ki) kudret-i ezeliyenin yed-i idamına karşı dayanıyor. Hem nasıl oluyor
Kur’an-ı Kerim
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَي مِنْ فُطُورٍ
der. Kur’an’da delil-i inayet vücûh-u mümkinenin en mükemmel vechi ile bulunuyor. Kur’an, kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, fevaidi tezkâr ve nimetleri tadad eden âyâtın fevasıl ve hâtimelerinde galiben akla havale ve vicdanla müşaverete sevketmek için
اَوَلَا يَعْلَمُونَ ر اَفَلَا يَعْقِلُونَ ر اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ر فَاعْتَبِرُوا
gibi, o bürhan-ı inayeti ezhanda tesbit ediyor.
İkinci Delil-i Kur’anî: “Delil-i İhtira”dır. Hülâsası:
Mahlukatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde müretteb olan âsâr-ı mahsusasını müntic ve istidad-ı kemaline münasib bir vücudun verilmesidir. Hiç bir nev-i müteselsil, ezeli değildir, imkân bırakmaz. İnkılâb-ı hakikat olmaz. Mutavassat nev’in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkılâb-ı hakaikın gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hâdiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a’raziyetleri cihetiyle, enva’daki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A’raz, cevher olamaz. Demek enva’ının fasîleleri ve umum a’razının havass-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhtera’dırlar. Silsilede tenasül, şerait-i âdiye-i itibariyedendir.
Feya acaba! Vâcib-ül Vücud’un lâzime-i zaruriye-i beyyinesi olan ‘Ezeliyet’i zihinlerine sığıştıramayan, nasıl oluyor da, her bir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hem dest-i tasarruf-u kudrete karşı mukavemet edemeyen koca kâinat, nasıl oldu da, küçücük ve nazik zerratların (öyle dehşetli salabet bulmuş ki) kudret-i ezeliyenin yed-i idamına karşı dayanıyor. Hem nasıl oluyor
Yükleniyor...