her harfi birer mu’cize-i kudret olan bu kitab-ı kâinatın te’lifinde öyle bir i’caz var ki, bütün esbab-ı tabiiye, farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde ederek

سُبْحَانَكَ لَا قُدْرَةَ لَنَ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

diyeceklerdir. Her bir kelimesi bütün kelimatıyla münasebettardır. Ve her harfi, bahusus zîhayat bir harfi, bütün cümlelere karşı müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü var olan bu kitabın öyle bir muzaaf iştibak-ı tesanüd-ü nazmı vardır ki, bir noktayı yerinde icad etmek için bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Demek sivrisineğin gözünü halkeden, güneşi dahi o halketmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. Sünuhat’ın dokuzuncu sahifesinde

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَة

âyetinin sırrına müracaat et... Yalnız şu kitabın küçük bir kelimesi olan bal arısını gör; nasıl şehd-i şehadet o mu’cize-i kudretin lisanından akıyor. Veyahut şu kitabın bir noktası olan hurdebinî bir huveyne ki, çok defa büyülttükten sonra görünür. Dikkat et! Nasıl mu’ciznüma, hayret-feza bir misal-i musaggar-ı kâinattır. Sure-i Yâsin, suret-i lâfz-ı Yâsin’de yazıldığı gibi; cezaletli, mûcez bir nokta-i câmiadır. Onu yazan, bütün kâinatı da o yazmıştır. Eğer insaf ile dikkat etsen; şu küçücük hayvanın ve huveynetin sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlâhiyenin şuursuz, kör, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatında evleviyet olmayan esbab-ı basite-i câmide-i tabiiyeden husûlünü, muhal-ender muhal göreceksin.

Eğer her bir zerrede hükema şu’uru, etibba hikmeti, hükkâmın siyaseti bulunduğunu ve her bir zerre de sair zerrat ile vasıtasız muhabere ettiğini itikad edersen; belki nefsini kandırıp o muhali de itikad edebilirsin. Halbuki o zîhayat makinede öyle bir mu’cize-i kudret, öyle bir hârika-i hikmet vardır ki; ancak bütün kâinatı, bütün şuunatını icad eden, tanzim eden bir Sâniin sun’u olabilir. Yoksa kör, az, basit, imkân tereddüdüyle ayak atamaz. Esbab-ı tabiîden olamaz. Bâhusus o esbab-ı tabiiyenin üssül-esası hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzadaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın içtimalarının hortumu üzerinde bir muhaliyet

Yükleniyor...