şahid olacaktır. Şu halde şuhudî bir hads ile, belki hissî bir şuhud ile sabit olur ki, kevn ü zaman içinde hiç bir şey yoktur ki; Rahman-ı Lâyezal’in kabza-i tasarrufundan hariç kalsın. İşte bu hakikatı gördükten sonra bağır ve de:
اَللّٰهُ اَكْبَرُ هُوَ الْعَدْلُ الْحَاكِمُ هُوَ الْحَكَمُ الْفَرْدُ هُوَ الْعَادِلُ الْحَكِيمُ
Çünkü O’dur ki, şu kâinatın temelini meşietinin mistarıyla, hikmetinin tanzimiyle te’sis edip; usûl-ü hikmetini büyük mevcudatın rabıtası yapmıştır. Ondan sonra da, mevcudatı düstur-u kaza, kanun-u kader ile fasletmiş, kudretin kavanini ise, masnuatın kametine göre suretlerin biçilmesi için terzi yapmıştır. Daha sonra kâinatı, sünnetinin namuslarıyla, âdetlerinin kanunlarıyla dizerek nazmedip sünnetin namuslarını, âdetin kanunlarını mahlukata nazzam tayin etmiştir ve eder. Çünkü O,
يَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
dir. Yerde, ve gökte rahmetinin taltifatıyla, inayetinin tekrimatıyla cilveler göstererek; kâinatı nevamis-i rahmet, desatir-i inayetle idare edip, masnuata güzellikler, mevcudata zinetler vererek kâinatı baştan başa süsleyen odur. Sonra cilve-i esma, tecelli-i sıfatla, celevat-ı sıfat içinde tezahürat-ı esma ile yer ve gökteki mevcudatı tenvir edip ziyalandırmıştır. Bunları fehmet ve de:
اَللّٰهُ اَكْبَرُ هُوَ الْفَاطِرُ الْعَلِيمُ هُوَ الصَّانِعُ الْحَكِيمُ
اِذْ ذَاكَ الْعَالَمُ الْكَبِيرُ وَ هٰذَا الْعَالَمُ الصَّغِيرُ مَصْنُوعَا قُدْرَتِهِ مَكْتُوبَا قَدَرِهِ
اِبْدَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَسْجِدًا اِيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ عَابِدًا
اِنْشَاوÎهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذَاكَ مِلْكًا بِنَاءُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا
اَللّٰهُ اَكْبَرُ هُوَ الْعَدْلُ الْحَاكِمُ هُوَ الْحَكَمُ الْفَرْدُ هُوَ الْعَادِلُ الْحَكِيمُ
Çünkü O’dur ki, şu kâinatın temelini meşietinin mistarıyla, hikmetinin tanzimiyle te’sis edip; usûl-ü hikmetini büyük mevcudatın rabıtası yapmıştır. Ondan sonra da, mevcudatı düstur-u kaza, kanun-u kader ile fasletmiş, kudretin kavanini ise, masnuatın kametine göre suretlerin biçilmesi için terzi yapmıştır. Daha sonra kâinatı, sünnetinin namuslarıyla, âdetlerinin kanunlarıyla dizerek nazmedip sünnetin namuslarını, âdetin kanunlarını mahlukata nazzam tayin etmiştir ve eder. Çünkü O,
يَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
dir. Yerde, ve gökte rahmetinin taltifatıyla, inayetinin tekrimatıyla cilveler göstererek; kâinatı nevamis-i rahmet, desatir-i inayetle idare edip, masnuata güzellikler, mevcudata zinetler vererek kâinatı baştan başa süsleyen odur. Sonra cilve-i esma, tecelli-i sıfatla, celevat-ı sıfat içinde tezahürat-ı esma ile yer ve gökteki mevcudatı tenvir edip ziyalandırmıştır. Bunları fehmet ve de:
اَللّٰهُ اَكْبَرُ هُوَ الْفَاطِرُ الْعَلِيمُ هُوَ الصَّانِعُ الْحَكِيمُ
اِذْ ذَاكَ الْعَالَمُ الْكَبِيرُ وَ هٰذَا الْعَالَمُ الصَّغِيرُ مَصْنُوعَا قُدْرَتِهِ مَكْتُوبَا قَدَرِهِ
اِبْدَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَسْجِدًا اِيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ عَابِدًا
اِنْشَاوÎهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذَاكَ مِلْكًا بِنَاءُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا
Yükleniyor...