اِعْلَمْ
Kat’iyyen bil ki! Cenab-ı Allah (C. Şanuhu) bize bizden daha yakındır. Biz ise ondan nihayetsiz uzağız. Evet onun bize bizden daha yakın olduğunun şahidlerinden birisi; onun pek zâhir olan her şeyde ve bizdeki tasarrufudur. Eğer biz onu, onun tasarrufunda bulmak üzere yakınlaşmak taleb etsek, bulamayız; İlla ki, herşeyin yanı olan bir makam-ı küllîde bulabiliriz. Faraza terakki ede ede, daire-i imkânı ihata eden herşeyin yanı olan makama da çıksak, yine de tam bulamayız. Ancak daire-i vücubdaki izzet, azamet ve kibriya içinde mütecelli olan esma ve sıfat ve şuûnatının seradıkları olan pek çok nuranî hicabların arkasında bulabiliriz.
Amma eğer kendi nefsimizin hevesatını terkedip, onun bize olan yakınlığı cihetinden onu taleb etsek, o zaman iş kolaydır
İnşâallah.
لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ
***
اِعْلَمْ
Ey Kur’an’ın hikmetiyle, felsefe hikmetinin arasındaki farkı öğrenmek isteyen arkadaş, bil ki! Bunu anlamak için bu gelecek temsile bak: Meselâ bir Kur’an var, onun hurufatı çeşitli tezhiblerle ve pek müzeyyen nakışlarla yazılmış. Bazı kelimeleri altun, bazısı gümüşle; bazıları elmas ve zümrüd ile, bazısı cevahir ve akik ile ve hakeza, son derece müzeyyen ve hârika bir Kur’an…
Bu Kur’anı iki şahıs alıp okudular, ikisi de istihsan ettiler.. Dediler ki: “Gel herbirimiz bu pek müzeyyen şeyin mehasinine dair birer kitab yazalım.” Yazdılar. Fakat o adamlardan birisi ecnebîdir. Arabiyeden birtek harf dahi bilmiyor. Hattâ gözü önündeki Kur’anı bir kitab olduğunu dahi bilmiyor. Amma her ne kadar Arabî bilmiyorsa da, hendese ve tasvirde, cevahir ve hâsiyetlerinin vazifelerinin marifetinde maharet sahibidir. İşte bu adam, yalnız hurufatın nakışlarındaki münasebetlerinden ve cevahirinin hasiyet, vaziyet ve tariflerinden bahseden gayet büyük bir kitab yazdı.
Kat’iyyen bil ki! Cenab-ı Allah (C. Şanuhu) bize bizden daha yakındır. Biz ise ondan nihayetsiz uzağız. Evet onun bize bizden daha yakın olduğunun şahidlerinden birisi; onun pek zâhir olan her şeyde ve bizdeki tasarrufudur. Eğer biz onu, onun tasarrufunda bulmak üzere yakınlaşmak taleb etsek, bulamayız; İlla ki, herşeyin yanı olan bir makam-ı küllîde bulabiliriz. Faraza terakki ede ede, daire-i imkânı ihata eden herşeyin yanı olan makama da çıksak, yine de tam bulamayız. Ancak daire-i vücubdaki izzet, azamet ve kibriya içinde mütecelli olan esma ve sıfat ve şuûnatının seradıkları olan pek çok nuranî hicabların arkasında bulabiliriz.
Amma eğer kendi nefsimizin hevesatını terkedip, onun bize olan yakınlığı cihetinden onu taleb etsek, o zaman iş kolaydır
İnşâallah.
لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ
اِعْلَمْ
Ey Kur’an’ın hikmetiyle, felsefe hikmetinin arasındaki farkı öğrenmek isteyen arkadaş, bil ki! Bunu anlamak için bu gelecek temsile bak: Meselâ bir Kur’an var, onun hurufatı çeşitli tezhiblerle ve pek müzeyyen nakışlarla yazılmış. Bazı kelimeleri altun, bazısı gümüşle; bazıları elmas ve zümrüd ile, bazısı cevahir ve akik ile ve hakeza, son derece müzeyyen ve hârika bir Kur’an…
Bu Kur’anı iki şahıs alıp okudular, ikisi de istihsan ettiler.. Dediler ki: “Gel herbirimiz bu pek müzeyyen şeyin mehasinine dair birer kitab yazalım.” Yazdılar. Fakat o adamlardan birisi ecnebîdir. Arabiyeden birtek harf dahi bilmiyor. Hattâ gözü önündeki Kur’anı bir kitab olduğunu dahi bilmiyor. Amma her ne kadar Arabî bilmiyorsa da, hendese ve tasvirde, cevahir ve hâsiyetlerinin vazifelerinin marifetinde maharet sahibidir. İşte bu adam, yalnız hurufatın nakışlarındaki münasebetlerinden ve cevahirinin hasiyet, vaziyet ve tariflerinden bahseden gayet büyük bir kitab yazdı.
Yükleniyor...