zulümatından ve kimsesizliğin vahşetinden ve birbirine zıd çeşitli ervah-ı habisenin iz’acatı arasındaki ızdırab dehşetinden kurtulamazsın. İlla ki sen, tabiat gecesini terkedip, hakikat ve yakîn güneşine teveccüh edesin… Ve şu gece nurları, güneşin ziyalarının gölgeleri olduğuna yakîn getiresen… Fakat yine de güneşin safî bir şuhudu sana müyesser olmaz, belki ancak senin me’lufat ve malûmatlarının arkasından sana mütecelli olan güneş, senin kabiliyetlerinin renginden bir renk almaktadır.

Şimdi ey reşha-i fakire-i zaife! Sen de git, senin bir rengin olmadı-ğı için havaya yükselen buhara çabuk tebahhur edip binersin. Sonra ateşe inkılab edip, sonra nura tahavvül ederek, sonra ziyanın cilvelerinin şuaa-tından birisine biner ve yapışır gidersin. İşte sen ey reşha, bu mertebelerin hangisinde bulunursan bulun, senin için güneşe bakan safî bir menfezin bulunacaktır ve onunla güneşi -güneşin zatı olmasa da- aynelyakîn bir surette görebildiğin gibi, güneşin lâzım-ı levazımatını da görürsün. Ne berzahların darlığı, ne kabiliyetlerin mukayyedliği, ne de aynaların küçüklüğü senin elini tutup, onun âsâr-ı saltanat-ı zatiyesinin isbatında seni durduramazlar. Zira mazharlarda görünen ziyalar, güneşin cilveleri olup onun aynısı olmadığını, yani nefs-ül emirdeki zatının ta kendisi olmadığını, belki ancak onun bazı cilveleri olduğunu düşünüyorsun.

İşte mezkûr üç yoldan hakikata vâsıl olanlar, çendan hakta ve tasdikte ittifak etseler de, mezaya ve şuhudda mütefavittirler, çeşit çeşittirler.

***


اِعْلَمْ اَيُّهَ اْلاِنْسَانُ

Bil ey insan! Sen beş vecihle bir vâhid-i kıyasîsin.

1- Esma-i hüsna cilvelerinin garaib-i âsârına bir fihriste-i camia’sın.

2- Kendi cüz’î sıfat ve mevhum rububiyetinin ölçücükleriyle Rabb-ı Semavat ve-l Arz’ın muhit sıfatlarının marifetine bir mikyassın ki, mevhum bir rububiyetin hududunu tasavvur etmekle, o muhit sıfatları fehmedersin.

3- Âfakta şirk ve şirketi nefyetmenin derecatına bir mizansın. Yani ki, sen kendini küllen ve kâmilen Allah’ın mülkü olduğunu iz’an

Yükleniyor...