yalnız şu birisine bak ki; Güneş çiçeği denilen sarı çiçek ki; geceleri kapanıp nikaplanan, gündüzleri ise açılıp teberrüc eden ve baharın ibtidasından güzün intihasına kadar genç kalan bu çiçeği, Sani-i Hakîm onu bazı nazenin hayvanlara latif ve nazif bir mesken yapmıştır ki, o hayvancıklardan bir cemaat-i müsebbiha bunlardan birinin etrafında tesbih ederek cevelan ederler. Âdeta bu çiçek, onların bir bahçesi veyahut bir sarayı veya bir köyü şeklindedir.
İşte tesbih ederiz o zatı ki; her bir şeyde lütfunu izhar edip mahlukata kudretini gösterir. Ve masnuatının tezyinatı ile kendini zîşuur ibadına sevdirerek tanıttırır. (C. Celalühû velâ ilahe illâ hû)
قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ لَا يُسْ َلُ عَمَّا يَفْعَلُ
***
اِعْلَمْ
Kat’iyyen bil ki! Cenab-ı Fa’al-i Hakîm’in işinden sual olunmaz. Evet hiç bir şeyin, hiç bir ilmin ve hiç bir hikmetin hakkı yoktur ki, ondan sual etsin. Zira o, mülkünde istediği gibi tasarruf eden bir Malik-ül Mülk-i Zülcelal’dir. Ve bizim bilmediğimizi bilen bir Alîm ve Hakîm’dir. Öyle ise bir şeyin hikmetine ilmimizin ermemesi, o şeyin hikmetsizliğine delâlet etmez. Evet mutlak ekserde görünen hikmet-i âmme, burada bize mestur olup görünmeyen hikmetin de vücuduna şahid-i kat’îdir.
Meselâ, zîhayatların ölümlerinden müteellim oluruz.. Ve bazı hayvanat-ı latifenin kısacık ömürlerinde görünen güzelliğin eziyet görmesinden mükedder oluruz.. Ve hayata talib bazı canlı masnuatın kış gibi şedaidi görmeden evvel inkıraz bulmalarındaki vech-i rahmet nedir bilemeyiz. Halbuki şu teellüm ve manevî itiraz, hakikat-ı hale muttali’ olmayan cehlimizden neş’et ediyor. Çünkü hiç bir zîhayat yoktur ki, tekalif-i hayat vazifelerini ifa eden muvazzaf birer nefer ve me’mur, birer abd gibi olmasın!. Tekalif-i hayat vazifesi ise, Hâlık-ı Mevt ve Hayat hesabına ve onun namına tesbihat ve tahmidatı yazan ve çizen bir vaziyettir. Hayatın hukuku ve gayeleri de, bitamamiha Hâlıka ait olduğundan o şey, kendi yaradanının şuhuduna bir an olsun mazhar olması kâfidir. Hattâ belki bilkuvve halî olan niyeti dahi kâfidir. Çekirdek ve tohumların niyetleri gibi… Öyle ise mevt, bir terhistir, bir paydostur,
İşte tesbih ederiz o zatı ki; her bir şeyde lütfunu izhar edip mahlukata kudretini gösterir. Ve masnuatının tezyinatı ile kendini zîşuur ibadına sevdirerek tanıttırır. (C. Celalühû velâ ilahe illâ hû)
قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ لَا يُسْ َلُ عَمَّا يَفْعَلُ
اِعْلَمْ
Kat’iyyen bil ki! Cenab-ı Fa’al-i Hakîm’in işinden sual olunmaz. Evet hiç bir şeyin, hiç bir ilmin ve hiç bir hikmetin hakkı yoktur ki, ondan sual etsin. Zira o, mülkünde istediği gibi tasarruf eden bir Malik-ül Mülk-i Zülcelal’dir. Ve bizim bilmediğimizi bilen bir Alîm ve Hakîm’dir. Öyle ise bir şeyin hikmetine ilmimizin ermemesi, o şeyin hikmetsizliğine delâlet etmez. Evet mutlak ekserde görünen hikmet-i âmme, burada bize mestur olup görünmeyen hikmetin de vücuduna şahid-i kat’îdir.
Meselâ, zîhayatların ölümlerinden müteellim oluruz.. Ve bazı hayvanat-ı latifenin kısacık ömürlerinde görünen güzelliğin eziyet görmesinden mükedder oluruz.. Ve hayata talib bazı canlı masnuatın kış gibi şedaidi görmeden evvel inkıraz bulmalarındaki vech-i rahmet nedir bilemeyiz. Halbuki şu teellüm ve manevî itiraz, hakikat-ı hale muttali’ olmayan cehlimizden neş’et ediyor. Çünkü hiç bir zîhayat yoktur ki, tekalif-i hayat vazifelerini ifa eden muvazzaf birer nefer ve me’mur, birer abd gibi olmasın!. Tekalif-i hayat vazifesi ise, Hâlık-ı Mevt ve Hayat hesabına ve onun namına tesbihat ve tahmidatı yazan ve çizen bir vaziyettir. Hayatın hukuku ve gayeleri de, bitamamiha Hâlıka ait olduğundan o şey, kendi yaradanının şuhuduna bir an olsun mazhar olması kâfidir. Hattâ belki bilkuvve halî olan niyeti dahi kâfidir. Çekirdek ve tohumların niyetleri gibi… Öyle ise mevt, bir terhistir, bir paydostur,
Yükleniyor...