olmadığını, belki bütün mevcudat, onun tecelliyat-ı muhabbetinden tek bir cilvesine dahi bedel olamadığını göreceksin.

İşte şöyle bir mü’min-i muvaffak, faraza bir cehenneme girse de, bi iznillah onun için o cehennem, ruhanî bir cennete dönüşmesi mümkündür. Yani, onun bütün sevdikleri firak-ı ebedîden kurtulup sermedî bir saadette memnun olduklarına olan ilmi, ona bir manevî cennetin telezzüzünü verir.

İşte ey Said-i gafil! kendi nefsini ve vehmî malikiyetini terket ki, bütün mahbublarını Malik-i Kerim ve Rahimlerine teslim etmekle selâmet ve saadetlerine zafer bulasın.

***


اِعْلَمْ

Kat’iyyen bil ki! Her şey Cenab-ı Hakk’ın halk ve icadıyladır. Yalnız şer ve çirkinlikler, kusur ve günahlar ise, mümkinatın kabiliyet ve mahiyetlerinin levazımatı üzerine terettüb ederler. Yani mümkinatın, lisan-ı istidadlarıyla istediklerini, Cevad-ı Mutlak olan Hâlık-ı Zülcelalda, o istek ve dualarına icad ile icabet eder. Şu halde hayr ve hüsün, iki vecihle Hâlıka raci’dir. Yani halk ve iktiza ile… Amma çirkinlik ve kusurun dahi halk ve icad cihetleri yine Hâlık’a raci’ olmakla beraber; takazâ, yani sual ve mes’uliyet ise abde raci’dir. Öyle ise hamd, daima O’nundur. Çünkü hüsün ve hayırdaki cevab gibi, sual dahi ondandır ve onun esmasındandır. Tesbih de daima onundur. Zira şer ve kubhun suali mümkinattandır. Fakat kubhun vücuduna terettüb eden ve fakat pek çok mehasini mutazammın olan cevab verme dahi yine O’ndandır. (C.C.) Öyle ise:

مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّ َةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ

sırrı ve hakikatı nümayandır.

***


Yükleniyor...