ise, zanneder ki, o da kendi aşiretini zemmeder ve âdetlerini tahkir ederse, onun aşireti yanında onun gibi makbul olur. Halbuki bu ahmak adam bilmez ki; o, şu red ve irtidad ile, ya hayvan bir mecnun veya alçak bir rezildir ki, bu haliyle kendi belini kırıp, her iki taraftan kovulan ve tek kalan bir yetim oluyor.
Görmüyor musun ki; Avrupalı bir şahıs, Muhammed’i (A.S.M.) inkâr eder.. Lâkin mümevveh olan Hristiyanlıkla ve kendi millî âdetleriyle memzuc olan mahsus medeniyetleriyle teselli bulduğu için; onun ruhunda dünyevî bazı ahlâk-ı hasene ve bu hayat-ı dünyeviyeye bakan ve yarayan bazı yüksek himmetleri baki kalması mümkündür. İşte o Avrupalı şahıs, bu teselli sebebiyle kendi ruhunun karanlıklarını ve kalbinin yetimliklerini bir derece görmeyebilir. Amma sen ise ey mürted! Muhammed’i (A.S.M.) ve onun âsâr-ı dinini inkâr ettiğin dakikada, daha senin için hiçbir peygamberi kabul etmeye imkân kalmıyor. Hattâ belki Rabbini de… Belki kemalât-ı hakikiyeden hiçbir şeyi kabul etmeye kabil olacak bir haslet ve kabiliyet sende kalamaz.
İşte ey mürted! Şimdi gel, sen kendi ruhundaki tahribatın dehşetine bak ve vicdanındaki zulümatın şiddetini gör ve kalbindeki yütm ve ye’sin vahşetini anla! Bununla beraber, pek yakın bir gelecekte, senin bâtınındaki çirkinliğin zâhirine tereşşuh edip sızacak ve o zaman sizin mürtedane olan zâhirî hüsün ve güzellikleriniz en kabih kâfirinkinden daha kabih ve daha çirkin bir surette açığa vuracaktır.
Demek ki, mürted olan kişi, her iki hayattan da mahrumdur. Lâkin kâfir öyle değil. Çünkü kâfir, İslâm devletiyle muharebe etmediği müddetçe, ona bir hakk-ı hayat var, fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur.
اِعْلَمْ
Ey
وَمَااَمْرُ السَّاعَةِ
*
خَلَقَ السَّمٰوَاةِ وَالْاَرْضَ فِي سِتَّةِ اَيَّامٍ
*
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
*
اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ
*
وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ
Görmüyor musun ki; Avrupalı bir şahıs, Muhammed’i (A.S.M.) inkâr eder.. Lâkin mümevveh olan Hristiyanlıkla ve kendi millî âdetleriyle memzuc olan mahsus medeniyetleriyle teselli bulduğu için; onun ruhunda dünyevî bazı ahlâk-ı hasene ve bu hayat-ı dünyeviyeye bakan ve yarayan bazı yüksek himmetleri baki kalması mümkündür. İşte o Avrupalı şahıs, bu teselli sebebiyle kendi ruhunun karanlıklarını ve kalbinin yetimliklerini bir derece görmeyebilir. Amma sen ise ey mürted! Muhammed’i (A.S.M.) ve onun âsâr-ı dinini inkâr ettiğin dakikada, daha senin için hiçbir peygamberi kabul etmeye imkân kalmıyor. Hattâ belki Rabbini de… Belki kemalât-ı hakikiyeden hiçbir şeyi kabul etmeye kabil olacak bir haslet ve kabiliyet sende kalamaz.
İşte ey mürted! Şimdi gel, sen kendi ruhundaki tahribatın dehşetine bak ve vicdanındaki zulümatın şiddetini gör ve kalbindeki yütm ve ye’sin vahşetini anla! Bununla beraber, pek yakın bir gelecekte, senin bâtınındaki çirkinliğin zâhirine tereşşuh edip sızacak ve o zaman sizin mürtedane olan zâhirî hüsün ve güzellikleriniz en kabih kâfirinkinden daha kabih ve daha çirkin bir surette açığa vuracaktır.
Demek ki, mürted olan kişi, her iki hayattan da mahrumdur. Lâkin kâfir öyle değil. Çünkü kâfir, İslâm devletiyle muharebe etmediği müddetçe, ona bir hakk-ı hayat var, fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur.
اِعْلَمْ
Ey
وَمَااَمْرُ السَّاعَةِ
*
خَلَقَ السَّمٰوَاةِ وَالْاَرْضَ فِي سِتَّةِ اَيَّامٍ
*
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
*
اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ
*
وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ
Yükleniyor...