çıktığınız madde, bölünmeye bir masdar, yahut da ondan kesilip yapılmaya bir menşe olmasına imkân ve kabiliyeti yoktur. Zira malûmdur ki, bir masnuun ondan kesilip yapıldığı şeyin, bundan çok defa büyük veya en az onunla müsavi olması lâzımdır.
Halbuki tohum ve çekirdeklerin icadlarına gelince, herbirisinin besatetleriyle beraber, âdeta kader hendesesiyle çizgileri çizilmiş birer mistar; hem küçüklükleriyle beraber, güya kendi aslının bütün vücud düsturlarını mutazammın birer asıl olmalarıyla birlikte, ağaç ve bitkilerin dal ve azalarının nihaî hududlarının ince ve rakik uçlarının başlarında icad ve ibda’ları ise, elbette ne tesadüfe, ne tabiata ve ne de esbaba verilmesi tasavvur olunamaz. Belki bunları bu şekilde yaratan öyle bir zattır ki; yer ve gökleri halkedebilen ve kudretine karşı zerrelerle güneşler müsavi olan bir zatın vücub-u vücuduna en doğru şahidlerdir.
Amma şayet senin gafletin, tabiatçıların mezhebinden neş’et etmiş ise; o zaman sen kendi gafletini muhafaza etmen için -eğer şuurun varsa- kendi o toprak dolu kâsende bütün o meyve ve çiçeklerin tasvir, inşa ve ibda’larına muktedir olacak gayet basirane ve hârika bir kudretin varlığını kabule mecbur olduğun gibi; aynı zamanda bütün o meyve ve çiçeklerin havas ve hâsiyetlerinin bütün inceliklerini ihata eden bir ilm-i muhiti; ve keza bütün onların mizan ve levazımatlarının bütün ayrıntılarını bilen bir irade-i ilmiyenin vücudunu o kâsecikte kabule muztar olacaksın. Ve hakeza, o kâsecikte sair esma-i mutlaka-i muhitayı ki, onlara müsemma olacak olan zat ise, ancak ve ancak semavatı bir kitabın sahifeleri gibi açıp çevire bilendir. Hem küre-i arz kabza-i kudretinde olup istediği şekilde tasarruf ettiği gibi; kalbler dahi onun iki parmağı arasında olan ve dilediği gibi onu çevirebilendir; Ve en büyük şey, o zatı en küçük bir mahlukun hacatını görüp onda tasarruf etmesine karşı meşgul edemez; Ve en kıymetli ve çok mühim şeyler dahi, en hakir şeylere karşı onun teveccühünü alıkoyamaz; hem güneşin in’ikası, nasılki deniz yüzüne, ayna ve katreye kemal-i sühuletle ve müsavat üzere verildiği ve ancak keyfiyetçe olan bir tefavüt varsada, o şeylerin kabiliyetlerine tabi olduğu gibi; öyle de arş ve şems gibi büyük cirimlere karşı kudretinin nuruyla tecelli edip tasarruf eden ve aynı o tecelli-i kudretle zerreye dahi müsavat üzere ve gayet kolaylıkla tecelli edebilen bir zatın sıfatlarını kendi o kâseciğinde var olduğuna inanacaksın.
Halbuki tohum ve çekirdeklerin icadlarına gelince, herbirisinin besatetleriyle beraber, âdeta kader hendesesiyle çizgileri çizilmiş birer mistar; hem küçüklükleriyle beraber, güya kendi aslının bütün vücud düsturlarını mutazammın birer asıl olmalarıyla birlikte, ağaç ve bitkilerin dal ve azalarının nihaî hududlarının ince ve rakik uçlarının başlarında icad ve ibda’ları ise, elbette ne tesadüfe, ne tabiata ve ne de esbaba verilmesi tasavvur olunamaz. Belki bunları bu şekilde yaratan öyle bir zattır ki; yer ve gökleri halkedebilen ve kudretine karşı zerrelerle güneşler müsavi olan bir zatın vücub-u vücuduna en doğru şahidlerdir.
Amma şayet senin gafletin, tabiatçıların mezhebinden neş’et etmiş ise; o zaman sen kendi gafletini muhafaza etmen için -eğer şuurun varsa- kendi o toprak dolu kâsende bütün o meyve ve çiçeklerin tasvir, inşa ve ibda’larına muktedir olacak gayet basirane ve hârika bir kudretin varlığını kabule mecbur olduğun gibi; aynı zamanda bütün o meyve ve çiçeklerin havas ve hâsiyetlerinin bütün inceliklerini ihata eden bir ilm-i muhiti; ve keza bütün onların mizan ve levazımatlarının bütün ayrıntılarını bilen bir irade-i ilmiyenin vücudunu o kâsecikte kabule muztar olacaksın. Ve hakeza, o kâsecikte sair esma-i mutlaka-i muhitayı ki, onlara müsemma olacak olan zat ise, ancak ve ancak semavatı bir kitabın sahifeleri gibi açıp çevire bilendir. Hem küre-i arz kabza-i kudretinde olup istediği şekilde tasarruf ettiği gibi; kalbler dahi onun iki parmağı arasında olan ve dilediği gibi onu çevirebilendir; Ve en büyük şey, o zatı en küçük bir mahlukun hacatını görüp onda tasarruf etmesine karşı meşgul edemez; Ve en kıymetli ve çok mühim şeyler dahi, en hakir şeylere karşı onun teveccühünü alıkoyamaz; hem güneşin in’ikası, nasılki deniz yüzüne, ayna ve katreye kemal-i sühuletle ve müsavat üzere verildiği ve ancak keyfiyetçe olan bir tefavüt varsada, o şeylerin kabiliyetlerine tabi olduğu gibi; öyle de arş ve şems gibi büyük cirimlere karşı kudretinin nuruyla tecelli edip tasarruf eden ve aynı o tecelli-i kudretle zerreye dahi müsavat üzere ve gayet kolaylıkla tecelli edebilen bir zatın sıfatlarını kendi o kâseciğinde var olduğuna inanacaksın.
Yükleniyor...