ŞU’LE’NİN BİR ZEYLİ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ وَ الصَّلَاةُ عَلَي نَبِيِّهِ

اِعْلَمْ

Ey aziz kardeş bil ki! Muhit bir nur-u mahzdan hiçbir şey tesettür edip gizlenemez. Hem bir kudret-i gayr-ı mütenahiyenin dairesinden hiçbir emir ve bir iş çıkıp hariç kalamaz. Yoksa o nur ve o kudret gayr-ı mütenahî iken, bir mütenahînin tahdidiyle nihayetlenmesi lâzım gelecektir. Bu ise çok vecihlerle muhaldir.

Hem dahi kâinatta hükümferma olan hikmet-i mutlaka, herşeyin liyakat ve kabiliyetine göre bir feyz-i vücud bahşetmiş ve etmektedir. Nasılki darb-ı meselde denilir: “Karınca kaderince” ve “Herkes denizden kabı kadar su alabilir.

Hem küçük mahluk, o mukaddir-i kadir-i hakîmi büyükten meşgul edemediği gibi, şerefli dahi, onu hakirin ahvalini görmekten şaşırtamaz.

Hem o maddeden mücerred, zâhir ve bâtını ihata eden zat, en büyük bir mahluk, en küçük bir mahluku ondan gizleyemediği gibi, bir nev’ dahi bir ferdi ondan perdeleyemez. Belki bazan maddeten küçük bir mahluk, san’at cihetinden büyükten daha büyük olur. Hem küçüklerin nev’i, kesret-i efrad cihetiyle azîm, kesir ve kebirdir.

Hem, de azamet-i mutlaka aslâ ve kat’â şirketi kabul edemez ve ona tahammülü yoktur.

Hem, hilkat ve icadda, rızıklandırma ve i’tay-ı hayatta gözle görülen sühulet-i mutlaka ve sür’at-i mutlaka ve ittikan-ı mutlak içindeki cûd-u mutlak ile beraber, tam bir tanıttırmanın iradesiyle birlikte, bir zîcemal’in kendi cemal-i mutlak ve kemal-i mutlakını müşahede etmek ve teşhirini istemek muhabbeti; Hem bütün bunlarla beraber, umum ayât-


Yükleniyor...