masdar yapmış ve yapıyor da… Şu halde, nimet de şükran da yalnız ona mahsustur.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Kur’an-ı Hakîm’in pek kesretlice ihya-yı arzı zikretmesiyle; ve beşerin enzarını mütemadiyen toprağa celbetmesiyle, onun feyzinden kalbime şöyle bir nükte ifaza edilmiştir ki; şu küre-i arz, âlemin kalbidir. Toprak dahi, arzın kalbidir. Hem maksuda giden yolların en akrebi; tevazu, mahviyet ve fena kapısından geçerek toprağın içinde giden yoldur. Belki toprak; en yüksek semavattan, Hâlık-ı Semavat’a daha yakındır. Çünkü toprağın üstünde rububiyetin tecellisi; ve içinde kudretin faaliyeti, ve mütemadiyen ondan Hallakiyetin zuhur etmesi; ve Hayy ve Kayyum isimlerinin cilvelerine daimî mazhar olması cihetinden ve hakeza, bu gibi noktalarda kâinattan hiçbir şey toprağa müsavi ve müşabih görünmüyor.
Evet, nasılki rahmetin arşı su üstündedir. Kezalik, hayat ve ihya arşı dahi toprak üstündedir. Toprak ise, aynaların en camii ve en etemmidir.
Evet, zira kesifin aynası ne kadar latif ve parlak olursa, o derece sana kesifin suretini vazıh ve zâhir ve etemm bir surette irae eder. Lakin latif ve nuranî bir şeyin mir’atı, ne kadar çok kesif olursa, o mertebe onun üzerinde esmanın tecellisi etemm olur.
Görmüyor musun ki; hava, güneşin feyzinden yalnız zaif bir ziyayı alabilmektedir. Su dahi, her ne kadar güneşi ziyasıyla birlikte sana gösteriyorsa da, fakat onun elvan-ı seb’asını tam tafsili ile ayrı ayrı göstermiyor. Halbuki bak, toprak kendi çiçeklerinin rengârenk levnleriyle, güneşin içinde mündemic olan elvan-ı seb’asını ve bütün mürekkebatını tafsilatıyla göstermektedir.
Maahaza, şu güneş ise, bütün nurları ve şuaatıyla birlikte, Şems-i Ezelî’nin nuruna nisbetle ancak kesif bir katre-i mütelemmiadır bil!
Evet, baharda toprağın hadsiz ve adedsiz latif çiçeklerle ve nihayet derece güzel ve cemil hayvanat ile süslenip bezenmesi vaziyetiyle, o Şems-i Ezel’in kemal-i rububiyetini nida edip ilan ettiği
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Kur’an-ı Hakîm’in pek kesretlice ihya-yı arzı zikretmesiyle; ve beşerin enzarını mütemadiyen toprağa celbetmesiyle, onun feyzinden kalbime şöyle bir nükte ifaza edilmiştir ki; şu küre-i arz, âlemin kalbidir. Toprak dahi, arzın kalbidir. Hem maksuda giden yolların en akrebi; tevazu, mahviyet ve fena kapısından geçerek toprağın içinde giden yoldur. Belki toprak; en yüksek semavattan, Hâlık-ı Semavat’a daha yakındır. Çünkü toprağın üstünde rububiyetin tecellisi; ve içinde kudretin faaliyeti, ve mütemadiyen ondan Hallakiyetin zuhur etmesi; ve Hayy ve Kayyum isimlerinin cilvelerine daimî mazhar olması cihetinden ve hakeza, bu gibi noktalarda kâinattan hiçbir şey toprağa müsavi ve müşabih görünmüyor.
Evet, nasılki rahmetin arşı su üstündedir. Kezalik, hayat ve ihya arşı dahi toprak üstündedir. Toprak ise, aynaların en camii ve en etemmidir.
Evet, zira kesifin aynası ne kadar latif ve parlak olursa, o derece sana kesifin suretini vazıh ve zâhir ve etemm bir surette irae eder. Lakin latif ve nuranî bir şeyin mir’atı, ne kadar çok kesif olursa, o mertebe onun üzerinde esmanın tecellisi etemm olur.
Görmüyor musun ki; hava, güneşin feyzinden yalnız zaif bir ziyayı alabilmektedir. Su dahi, her ne kadar güneşi ziyasıyla birlikte sana gösteriyorsa da, fakat onun elvan-ı seb’asını tam tafsili ile ayrı ayrı göstermiyor. Halbuki bak, toprak kendi çiçeklerinin rengârenk levnleriyle, güneşin içinde mündemic olan elvan-ı seb’asını ve bütün mürekkebatını tafsilatıyla göstermektedir.
Maahaza, şu güneş ise, bütün nurları ve şuaatıyla birlikte, Şems-i Ezelî’nin nuruna nisbetle ancak kesif bir katre-i mütelemmiadır bil!
Evet, baharda toprağın hadsiz ve adedsiz latif çiçeklerle ve nihayet derece güzel ve cemil hayvanat ile süslenip bezenmesi vaziyetiyle, o Şems-i Ezel’in kemal-i rububiyetini nida edip ilan ettiği
Yükleniyor...