Ancak hemen i’tiraf edeyim ki; kudsî olan Mesnevî-i Arabî’yi lâyıkı vechiyle tercüme etmek, ne ben, ne de belki hiç bir âlim-i muhakkik iddia edemez. Kaldı ki bu fakir, usulüyle ulûm-u Arabiyede bîbehre iken, Risale-i Nur’un ve Arabî Mesnevî’nin mütalaalarından aldığım bir feyiz ve bereket ile, Arabî kitabları, bilhassa Hz. Üstad’ın üslûb-u Arabîsini anlamak ni’meti, mahz-ı lütf-u İlahî olarak ihsan edilmiş olduğunu da, -tahdisen linni’meti-izhar edebilirim.
Fakat ben, ulûm-u Arabiyenin müdevven olan sarf ve nahvini tahsil etmediğim için, o cihetten Mesnevî’nin içindeki bazı incelikleri tercümemde müraat edemedim.
{ Cenab-ı Allah’a hadsiz şükür olsun ki; tercümemiz tab’a girmeden önce; ulûm-u Arabiyede müntehi ve hakaikte de hayli müdekkik ve zeki genç bir Nur talebesi (Şarklı bir hoca) kardeşimiz tercümemizi baştan sona kadar Arabî aslıyla karşılaştırarak okudu. Hayli sehiv ve noksanlarımızı izale eyledi. Onun bulduğu ve işaret ettiği mülahazalarının ekserisini beraberce müzakere ederek tashih ettik. Bu kardeşimize olan minnet ve şükranlarımı belirtmeyi bir borç bildim. Umarım ki inşâallah muazzez Üstadımızın ulvî ve kudsî muradlarına mugayir bir şey kalmamış ola!..(Mütercim) }
Yalnız hakaik ve mana-yı maksud cihetine elimden geldiği kadar ve bütün samimiyet ve kuvvetimle eğildim. Hiçbir cümle ve kelimesini geçmedim. Gayet büyük bir mes’uliyet altında kendim hissederek, anlayabildiğim kadarıyla muhafazaya çalıştım.
Şu noktayı da arzetmek isterim ki: Mesnevî-i Arabî’yi tercüme ederken, bazı mütercimlerin bir kısım eserleri tercüme ettikleri gibi, (bilhassa zamanımızın mütercimleri gibi) sadece mevzuun manasını alıp, tercümede kalemini serbest bırakıp, kendi anlayış ve üslûbu içerisinde yoğurarak, yazdıkları gibi yazmadım, yazamazdım da. Çünkü:
Evvelâ: Zamanımızın tercümeleriyle, eski zamanda yapılmış olan tercümeler, ekseriyet-i mutlaka ile usûlen ve şeklen birbirinden çok farklıdırlar, uzaktırlar. Eskide tercüme edilmiş eserlere baktığımızda, tercüme edilen aslın hiçbir kelime ve noktası kaçırılmadan, kelimesi kelimesine tercümesi yapıldığı gibi; eserin gramer, üslûb, teşbih, kinaî ve lügat yönleri de ele alınmış, çok sâdıkane ve ihtiramkârane bir şekilde, bazan bir kelime veya bir cümle için, belki birkaç satır şerhleri
Fakat ben, ulûm-u Arabiyenin müdevven olan sarf ve nahvini tahsil etmediğim için, o cihetten Mesnevî’nin içindeki bazı incelikleri tercümemde müraat edemedim.
{ Cenab-ı Allah’a hadsiz şükür olsun ki; tercümemiz tab’a girmeden önce; ulûm-u Arabiyede müntehi ve hakaikte de hayli müdekkik ve zeki genç bir Nur talebesi (Şarklı bir hoca) kardeşimiz tercümemizi baştan sona kadar Arabî aslıyla karşılaştırarak okudu. Hayli sehiv ve noksanlarımızı izale eyledi. Onun bulduğu ve işaret ettiği mülahazalarının ekserisini beraberce müzakere ederek tashih ettik. Bu kardeşimize olan minnet ve şükranlarımı belirtmeyi bir borç bildim. Umarım ki inşâallah muazzez Üstadımızın ulvî ve kudsî muradlarına mugayir bir şey kalmamış ola!..(Mütercim) }
Yalnız hakaik ve mana-yı maksud cihetine elimden geldiği kadar ve bütün samimiyet ve kuvvetimle eğildim. Hiçbir cümle ve kelimesini geçmedim. Gayet büyük bir mes’uliyet altında kendim hissederek, anlayabildiğim kadarıyla muhafazaya çalıştım.
Şu noktayı da arzetmek isterim ki: Mesnevî-i Arabî’yi tercüme ederken, bazı mütercimlerin bir kısım eserleri tercüme ettikleri gibi, (bilhassa zamanımızın mütercimleri gibi) sadece mevzuun manasını alıp, tercümede kalemini serbest bırakıp, kendi anlayış ve üslûbu içerisinde yoğurarak, yazdıkları gibi yazmadım, yazamazdım da. Çünkü:
Evvelâ: Zamanımızın tercümeleriyle, eski zamanda yapılmış olan tercümeler, ekseriyet-i mutlaka ile usûlen ve şeklen birbirinden çok farklıdırlar, uzaktırlar. Eskide tercüme edilmiş eserlere baktığımızda, tercüme edilen aslın hiçbir kelime ve noktası kaçırılmadan, kelimesi kelimesine tercümesi yapıldığı gibi; eserin gramer, üslûb, teşbih, kinaî ve lügat yönleri de ele alınmış, çok sâdıkane ve ihtiramkârane bir şekilde, bazan bir kelime veya bir cümle için, belki birkaç satır şerhleri
Yükleniyor...