kevnî olan cüz’-ü cüz’î içinde tegalgul edip, uluhiyet-i mutlakanın azamet-i mertebesini unutarak; azamet, heybet ve kibriya maliki olan Ma’bud-u Mutlak’a karşı ubudiyet-i fikriye âdâbının levazımını ihlal etmesin. Hem tâ, onunla senin zihnin o cüz’-ü cüz’îden nazarını çekip, emsal ve benzerlerine gitmek üzere inbisat peyda etsin. Hem tâ ki Kur’an, bu tarz-ı üslûbuyla umum cüz’î olan şeylerde bile, -velev hakir ve zail olsun- Sultan-ı Ezel ve Ebed’in marifetine, hem Zat-ı Ehad ve Samed’in cilve-i esmasının şuhuduna açık bir yol, müstakim bir cadde, parlak bir delil bulunduğunu sana gösterip tefhim ettirsin.

Evet, Kur’anın bu tarz-ı üslûbu cihetindeki meseli şöyledir ki: Bir adam, içinde güneşin bir timsalciği bulunan bir katreyi veyahut şemsin ziyasının renkleri içinde bulunan bir çiçeği sana gösterdikten sonra, hemen bilâ-mühlet gündüz ortasındaki güneşi sana irae etmek üzere başını kaldırtıp ona diktirir. Tâ ki, o cüz’î katre ve çiçekteki güneşçiğin timsaline nazarın saplanıp da, sana hal kesb-i müşevveşiyet etmesiyle, güneş senin zihninde küçülüp te, sen onun levazım-ı azametinin inkârına gitmeyesin.

Meselâ, Sure-i Yusuf’ta bir emr-i cüz’înin bahsi arkasında

كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ وَ فَوْقَ

der.

Hem Sure-i Hacc’da ..

مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهِ الٓخ

.. ve Sure-i Nur’da

وَ اِذَا بَلَغَ الْاَطْفَالُ

dan tâ

وَاللّٰهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

e kadar.. hem Sure-i Ankebut’ta

وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ

den tâ

لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

e kadar.. ve emsali âyetler mezkûr davamızı te’kid etmektedirler.

***


Yükleniyor...