Evet bilbedahe biliniyor, anlaşılıyor ki; o zat-ı habib, Mâlik-ül Mülk yanında en mahbub ve makbul bir zattır. Belki onun yanında mahlukatın en sevgilisi ve ona en yakınıdır.
İşte ey insan! Aklınca hiç imkân var mı ki, şu enva-i mehasinle müzeyyen masnuatın Sani’i ve mahlukatın ağızlarının en ince zevklerini bile müraat için ihsan ettiği şu türlü türlü nimetlerin Mün’imi olan zat, taabbüd ve tahabbüb için kemal-i iştiyakla ona müteveccih olan bu ecmel ve ekmel masnua; ve o Sani’in mehasin-i san’atını demdeme-i takdirat ve velvele-i istihsanatıyla, arş ve ferşi lerzeye getiren ve o Fâtır’ın ihsanatına karşı ve o Hâlık-ı Mün’im’in azamet-i saltanatına mukabil, zemzeme-i teşekküratıyla berr ve bahri cezbe ile ihtizaza getiren, bu ekrem mahluka ehemmiyet vermeyip lâkayd kalsın. Hâşâ ve kellâ! Hem hiç mümkün müdür ki; o iktidarlı ihsanperver Sâni-i Zülcelal, bu müteşekkir ve istihsankâr zata karşı alâkasız kalsın. Ve hiç imkânı var mı ki; ona müteveccih olmasın. Ve hiç kabil midir ki; onunla konuşmasın. Ve hiç ihtimal var mı ki; onu sevmesin. Ve hiç mümkün müdür ki; onu kurb-u huzuruna almasın. Ve hiç imkân var mıdır ki; onun güzel haletini ve vaziyet-i hasenesini umum halka sirayet etmesini istemesin. Ve hiç mümkün müdür ki; insanların onun manevî rengiyle ve güzel vaziyetiyle ve haletiyle renklenmeleri için onu insanlara imam ve kıdve yapmasın. Ve hiç imkânı var mı ki; onu kâffe-i nâsa Resul yapmasın. Ve hiç mümkün müdür ki; şu masnuat-ı muntazamanın nukuş-u san’atları, onun gayetsiz hikmetine, nihayetsiz ilmine delâlet eden Sani-i Mevcudat, kendi masnuatı içinde en güzel ve en mükemmel bir ferde şuur ve ıttılaı
Yükleniyor...