Hem sonra onların yaprak ve çiçeklerini öyle bir tarzda neşrediyor ki, âdeta

وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

hakikatına bir nazîre teşkil ediyorlar.

Şimdi sen kendi takatın nisbetinde, bazı tohumları muhafazada gösterdiğin şiddetli ihtimamından doğru hareketle, Hafîz-i Mutlak’ın kemal-i hafîziyetine bak! Tâ ki, mistar-ı kader ile tayin edilen ve ana ve asıllarının birer fihristesini mutazammın olan hesabsız tohumlarının latif sandukçalarını gayr-ı ma’dud inkılablar içerisinde, hadsiz bozucu ve ifsad edici şeylerden muhafaza etmesi ve nihayet karışık iken, son derece ayırdedip temyiz etmesi içindeki kemal-i hafîziyetini göresin.

İşte şu hıfz ve muhafaza ise, seni ey insan, ipin boğazına sarılmış bir vaziyette serbest olarak istediğin şeyi irtikâb etmene, sonra da ölüp istirahata çekilmene müsaade edip bırakmayacaklardır.

Evet

اَيَحْسَبُ اْلاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًي

yani âyâ bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak, kellâ! Belki az çok, büyük küçük her şeyden, her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecektir.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Hayat-ı insaniyenin vezaifinden birisi de budur ki: İnsan kendi sıfat ve şuûnunun cüz’î ölçücükleri ile; hem ebna-i nev’inin veya cinsinin de şuûnlarıyla kendi Fâtırının sıfat ve şuûnatını fehmetmesidir.

Amma insanın, haşir ve âhirete ait Cenab-ı Hakk’ın azîm şuunatını ve kıyameti getirmek ve ölüleri diriltmekteki külliyat-ı ef’alini fehmetmesi için; bahar haşrinde ve güz kıyametinde yapılan hayret-nümûn faaliyeti, kıyamet-i kübradaki garib ve acib olan şuûnuna kıyas yapıp anlamasına muhtaçtır.

İşte sen, baharda yapılan şuûnat-ı kudrete bak! Tâ ki onda

Yükleniyor...