etmektedir. Çünkü meselâ tayin makamında bir isim, mutlak bir vasıf ile çağrıldığı zaman, elbette onda yalnız o sıfatın hâkim olduğuna ve o vasf onun inhisarı altında bulunduğuna delâlet eder.

Meselâ

يَا دَاءِمُ

denildiği zaman, manası şöyle olur ki, “Ey âlem-de ondan başka Daim olmayan Allah! Yalnız sen Daimsin.” İşte buna binaen, rivayet-i hadîsiyede, “Cenab-ı Hak Sübhanehu ve Teala’nın yetmişbine yakın nuranî hicabları vardır.” denilmiş. Fakat o hicablarda menfezler bulunması; Ve şuûnat birbirine bakması ve esmalar birbiri içinde in’ikas etmesi ve mesilatın (benzeyişler) temessülatı iç içe girmesi ve ünvanlar birbiriyle mezcolması ve zuhûrat birbirine benzemesi ve tasarrufat birbirine dayanması ve rububiyât birbirine kuvvet vermesi ve ihata-i vâhidiyet içinde ehadiyetin tecelli etmesiyle elbette lâzımdır ki, meselâ bir adam Cenab-ı Hakk’ı geçen vasıflardan birisiyle bilip tanıdığı zaman, diğer vasıflarda da onu inkâr etmesin. Belki bedahetle bilmesi lâzımdır ki; vasıflardan herhangi bir vasıf ile onu tanısa, diğer bütün vasıflarda dahi yine aynı o zattır. (C.C.)

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki!

وَلَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِي اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ

âyetinin işaret ettiği gibi, fıtrat-ı insaniyenin acaib camiiyetindendir ki: Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm, insanın şu küçücük cirminde hesabsız mizan ve ölçüler âletlerini dercetmiş olmasıdır. O ise, tâ ki insan, o ölçülerle onun rahmetinin hadsiz müddeharatını tartsın ve bilsin.

Hem yine insanda hadsiz cihazat-ı maneviye âletlerini yerleştirmiştir. Tâ ki insan, o cihazlarla Cenab-ı Hakk’ın esma-i hüsnasının nihayetsiz hazinelerinin meknûnatını (saklı cevherler) fehmetsin. Meselâ sen kendi havass-ı aşerene bak ki; nasıl mesmuat, mübsarat, müzevvekat ve saire âlemlerin elvanını ihata ettikleri gibi; irade, ilim, sem’ gibi cüz’î sıfat ve ahvalin i’tası ile de Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm’in muhit sıfatlarını ve geniş şuunatını fehmetmeye müheyya ve müstaidd olmuş.

Yükleniyor...