iktiza eyler. Yani ahyar-ı semaviyyîn ile eşrar-ı aradîn arasında dahi mübareze kanununun varlığı iktiza eder.
Görmüyor musun ki; bir padişah-ı âlî, bir memurunun mükâfat veya mücazatını herkesin karşısında teşhir etmek veya bazı hizmetçilerinin ta’zimini ilan etmek için; onun şan-ı satveti ve ism-i haşmetinin iktizası olarak yalnız ilmiyle ve hâs telefonuyla onlarla muamele yapmıyor. Belki muhteşem bir meydan-ı mübareze ve bir imtihan-ı ulvi ve bir istikbal-i siyasî hazırlayarak, ahaliyi oraya tahşid etmesi için kendi vezirine emreder.
Beşinci Basamak: Ruhaniyatın eşrarı, ahyarlarını takliden semavat memleketine gitmeye teşebbüs etmeleri icab eder. Çünkü cismen letafetleri vardır. Fakat semavat ehli onları kabul etmemeleri, belki şeraretlerinden dolayı tardetmeleri lâzımdır.
Hem saltanat-ı Rububiyetin hikmetleri içinde şu mübareze-i maneviye ve muamele-i mühimmenin; âlem-i şehadette vazifesinin en mühimmi müşahede ve şehadet olan insanların işhadları için elbette bir alâmet ve işareti olacaktır.
Halbuki hâdisat-ı semaviye arasında şu mübareze-i ulviyenin ilanına; -yüksek burçlu kal’alardan atılan mancınıklara benzeyen bu- remy-i şehab’dan (şehapların atılması) daha ensebi görülmüyor. Hem sair hâdisata muhalif olarak, bütün ehl-i hakikatça meşhur ve meşhud olan şu hâdise-i semaviyenin hikmetine uygun diğer bir hikmet de görünmüyor.
Altıncı Basamak: Kur’an-ı Hakîm-i Mu’ciz-ül Beyan, gâlî bir üslub ve âlî temsiller ile beşeri hidayete irşad ve isyandan zecrediyor.
İşte :
يَا مَعْشَرَ اْلجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا
مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاةِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلا بِسُلْطَانٍَّ
âyetinin lisanından, saltanat-ı Rububiyetin vüs’atı yanında, ins ve cinnin ta’cizleri (âcizliklerini gösterme) ve ilan-ı aczleri hakkındaki inzara bak, gör! Güya der ki: “Ey âciz, hakir ve küçük insan! Güneşler, aylar ve yıldızların; hem dağ gibi, belki daha büyük güllelerle şeytanları
Görmüyor musun ki; bir padişah-ı âlî, bir memurunun mükâfat veya mücazatını herkesin karşısında teşhir etmek veya bazı hizmetçilerinin ta’zimini ilan etmek için; onun şan-ı satveti ve ism-i haşmetinin iktizası olarak yalnız ilmiyle ve hâs telefonuyla onlarla muamele yapmıyor. Belki muhteşem bir meydan-ı mübareze ve bir imtihan-ı ulvi ve bir istikbal-i siyasî hazırlayarak, ahaliyi oraya tahşid etmesi için kendi vezirine emreder.
Beşinci Basamak: Ruhaniyatın eşrarı, ahyarlarını takliden semavat memleketine gitmeye teşebbüs etmeleri icab eder. Çünkü cismen letafetleri vardır. Fakat semavat ehli onları kabul etmemeleri, belki şeraretlerinden dolayı tardetmeleri lâzımdır.
Hem saltanat-ı Rububiyetin hikmetleri içinde şu mübareze-i maneviye ve muamele-i mühimmenin; âlem-i şehadette vazifesinin en mühimmi müşahede ve şehadet olan insanların işhadları için elbette bir alâmet ve işareti olacaktır.
Halbuki hâdisat-ı semaviye arasında şu mübareze-i ulviyenin ilanına; -yüksek burçlu kal’alardan atılan mancınıklara benzeyen bu- remy-i şehab’dan (şehapların atılması) daha ensebi görülmüyor. Hem sair hâdisata muhalif olarak, bütün ehl-i hakikatça meşhur ve meşhud olan şu hâdise-i semaviyenin hikmetine uygun diğer bir hikmet de görünmüyor.
Altıncı Basamak: Kur’an-ı Hakîm-i Mu’ciz-ül Beyan, gâlî bir üslub ve âlî temsiller ile beşeri hidayete irşad ve isyandan zecrediyor.
İşte :
يَا مَعْشَرَ اْلجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا
مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاةِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلا بِسُلْطَانٍَّ
âyetinin lisanından, saltanat-ı Rububiyetin vüs’atı yanında, ins ve cinnin ta’cizleri (âcizliklerini gösterme) ve ilan-ı aczleri hakkındaki inzara bak, gör! Güya der ki: “Ey âciz, hakir ve küçük insan! Güneşler, aylar ve yıldızların; hem dağ gibi, belki daha büyük güllelerle şeytanları
Yükleniyor...