Bir mes’ele-i mühimme

Enenin iki vechi olup, bunlardan birisini Nübüvvet tutmuş, birisini de felsefe…

Enenin birinci vechi, ubudiyet-i mahzanın menşeidir. Mahiyeti harfiyedir, vücudu tebaîdir, malikiyeti vehmiyedir, hakikatı faraziyedir. Vazifesi ise, Hâlıkın sıfatlarının anlaşılmasına bir ölçü ve bir mikyas olmaktır. İşte enbiya (Aleyhimüsselâm) eneye bu şekilde bakmışlar. Bütün mülkü Allah’a teslim ederek, onun ne mülkünde, ne rububiyetinde, ne uluhiyetinde hiçbir şeriki olmadığına ve herşeyin anahtarı onun elinde olup bütün eşya onun daire-i tasarruf-u kudretinde olduğuna hükmetmişlerdir. Cenab-ı Rahim-i Mutlak (C.C.), bu parlak, hayattar yüzden, bir şecere-i tuba-i ubudiyet yeşertmiştir ki; onun mübarek dalları kâinat bahçesinde nur-u hidayet meyveleriyle nev’-i beşer üstüne eğilen ve dalalet zulümatı içinde nur-efşan yıldızlar gibi parlayan enbiya ve mürselîn, evliya ve Sıddıkîn semerelerini vermiştir.

Amma felsefe ise, eneye mana-yı harfîyle değil; mana-yı ismîyle ve onunn varlığına tebaî değil, aslî olarak bakmış. Hem onu hakikî olarak kendi kendine maliktir zu’metmişler ve bir hakikat-ı sabitedir zannetmişler. Ve onu vazifesini yalnız kendi zatına muhabbet ile tekemmül-ü zatiyedir diye tevehhüm etmişler. İşte buradan şirkin bütün envaı teşa’ub edip dallanmıştır. Ve hem bu vaziyetteki enenin başı üstünde, dalaletin şecere-i zakkumu tenebbüt etmiştir.

İşte bak, o şecere-i zakkumeden kuvve-i behimiye dalının verdiği semere; zalim ve gaddar olan kuvveti ve müraî, riyakâr bir hüsnü alkışlamakla; beşerin enzarında bir cihette âbid ve bir cihette mabud olan sanemleri semere vermiştir.

Kuvve-i gazabiye dalında ise, biçare beşerin başına Nemrudlar ve Firavunlar semeresini vermiştir.

Kuvve-i akliye dalında da, beşerin aklında dehriyyun ve maddiyyun meyvesini; ve kâinattan yalnız bir hisseyi Vâcib-ül Vücud’a verip, geri kalan mülkünü esbab ve tabiatlara taksim eden feylesoflar semeresini vermiştir.

Yükleniyor...