Hem o ülfetçiler, âdiyatın mâfevkindeki bir nevi tecelliyat-ı seyyaleden gayrı bir şeye im’an-ı nazar etmezler. Bunların meseli şöyle bir adama benzer ki; o adam, denize ve içindeki hayvanlara bakmayıp, ancak bir rüzgârın esmesiyle harekete geçen onun dalgalarına veya güneşin şuaatıyla hasıl olan parıltılarına nazar ederek, yalnız onun bu iki hâletiyle, bahrin Malik ve Sani-i Zîşanının azametine(c.c.) delil getiriyor.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Beşerin arzî olan ekser malumat ve müsellematı, hattâ belki bedihiyatı dahi, ülfet üzerine bina edilmiştir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir, bir çuldur. Şu halde, beşerin bu gibi malûmatının temelinde bir çeşit bozukluk ve fesad vardır.

İşte bu sırdandır ki, âyât-ı Kur’aniye beşerin enzarını daima me’luf âdiyat üzerine çeviriyor. Ve her zaman Kur’an’ın yıldızları ülfet perdesini delerek, beşerin kulağından tutup başını eğdiriyor.. Ve ülfet perdesi altındaki ayn-ı âdiyat içinde olan hârikulâdeleri gösteriyor.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Birbiriyle münasebettarlık, hattâ birbiriyle komşuluk ve konuşmaklık aynı seviyede olmaklığı ve benzemekliği istilzam etmez.

Evet yağmurun damlası, meyvenin çiçeği, güneş ile bir münasebet ve muameleleri vardır. (Acaba bunlar güneş gibi yükselip güneşle müsavi dereceye mi çıkıyorlar?)

İşte ey insan! Sen de zannetme ki, senin hakaret ve küçüklüğün, seni Hallâk-ı Kâinat’ın nazar-ı inayetinden setretsin.

***


Yükleniyor...