HÂTİME
Cenab-ı Hak hastalık, musibet ve zillet elemlerini, zâhiren çok acı iken; tatlılaştıran çok büyük hayr ve sevab ve lezzetleri içlerine dercetmiştir. Çünkü o bela ve musibetler, münacat ve tazarru’ ve duanın lezzetini sana tattırıyorlar.
İbn-i Sem’un’dan şöyle bir söz var:
كُلُّ كَلَامٍ خَلَا عَنِ الذِّكْرِ فَهُوَ لَهْوٌ
Yani: Zikirden hâlî olan bütün sözler lehvdir, boştur.
Biliniz kardeşlerim; ben kendimi âhirete göç etmek üzere görüyorum. Günahlarımın çokluğundan tövbe ve istiğfara ömrüm, belki ömürler kâfi gelmemektedir. Onun için ben de, şu kitabımı tevkil ile ona vasiyet ediyorum, tâ ki; benden sonra benim bedelime şu gelecek feryad ile nida edip istiğfar etsin. İşte:
Eyvah! Vâ-esefâ, vâ-hasretâ, vâ-hasaretâ, vâ-nedametâ ki; ben ömrümü, hayatımı, sıhhatimi ve gençliğimi; zail ve muzır olan maasî, günah ve hevesat yolunda zayi ettim. Ve benim şu ihtiyarlık ve hastalıklı anımda, elimde kalan yalnız günahlar ve elemlerdir. Ve bu ağır yük ve kara yüz ve mariz kalbimle dünya-yı fanîden ebedî bir firak ile ayıracak olan kabre yakınlaşıyorum.
فَيَا ذُلِّي
Vay zilletime ki; benim Rabbim ruz-u mahşerde dese: “Şu riyakârı nîrana sevkediniz!.” Ne yaparım?!.
İlahî! Senin bab-ı rahmetinden başka bir melce’, bir kapı yoktur.
اِلٰهِي عَبْدُكَ الْعَاصِي اَتَاكَ مُقِرًّا بِالذُّنُوبِ فَقَدْ دَعَاكَ
فَاِنْ تَرْحَمْ فَاَنْتَ لِذَاكَ اَهْلٌ وَاِنْ تَطْرُدْ فَمَنْ يَرْحَمْ سِوَاكَ
Cenab-ı Hak hastalık, musibet ve zillet elemlerini, zâhiren çok acı iken; tatlılaştıran çok büyük hayr ve sevab ve lezzetleri içlerine dercetmiştir. Çünkü o bela ve musibetler, münacat ve tazarru’ ve duanın lezzetini sana tattırıyorlar.
İbn-i Sem’un’dan şöyle bir söz var:
كُلُّ كَلَامٍ خَلَا عَنِ الذِّكْرِ فَهُوَ لَهْوٌ
Yani: Zikirden hâlî olan bütün sözler lehvdir, boştur.
Biliniz kardeşlerim; ben kendimi âhirete göç etmek üzere görüyorum. Günahlarımın çokluğundan tövbe ve istiğfara ömrüm, belki ömürler kâfi gelmemektedir. Onun için ben de, şu kitabımı tevkil ile ona vasiyet ediyorum, tâ ki; benden sonra benim bedelime şu gelecek feryad ile nida edip istiğfar etsin. İşte:
Eyvah! Vâ-esefâ, vâ-hasretâ, vâ-hasaretâ, vâ-nedametâ ki; ben ömrümü, hayatımı, sıhhatimi ve gençliğimi; zail ve muzır olan maasî, günah ve hevesat yolunda zayi ettim. Ve benim şu ihtiyarlık ve hastalıklı anımda, elimde kalan yalnız günahlar ve elemlerdir. Ve bu ağır yük ve kara yüz ve mariz kalbimle dünya-yı fanîden ebedî bir firak ile ayıracak olan kabre yakınlaşıyorum.
فَيَا ذُلِّي
Vay zilletime ki; benim Rabbim ruz-u mahşerde dese: “Şu riyakârı nîrana sevkediniz!.” Ne yaparım?!.
İlahî! Senin bab-ı rahmetinden başka bir melce’, bir kapı yoktur.
اِلٰهِي عَبْدُكَ الْعَاصِي اَتَاكَ مُقِرًّا بِالذُّنُوبِ فَقَدْ دَعَاكَ
فَاِنْ تَرْحَمْ فَاَنْتَ لِذَاكَ اَهْلٌ وَاِنْ تَطْرُدْ فَمَنْ يَرْحَمْ سِوَاكَ
Yükleniyor...