Hayat mir’at-ı zat-ı Hak göründü
Fenada bir beka-i baki gördüm
Bütün zerrat birer lisan göründü
Lisan ve gözlerinden akar gördüm
Şehadet şehdini, tevhidi gördüm.
وَ فِي كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَي اَنَّهُ وَاحِدٌ
***
اِعْلَمْ
Ey dünyevî lezzet ve saadeti gaflette ve dine karşı lâkaydlıkta tevehhüm edip arayan biçare insan! Bil ki; ben bu hususta kendimi bir defa tecrübe ettim; Manen gördüm ki: Ben pek yüksek olan bir dağın başından, öbür dağın başına kadar uzanan gayet azîm bir köprü üstündeyim. O köprünün altında da gayet derin bir dere vardır. Ve bize dünyayı ve içindekilerini karanlığa boğan müdhiş bir zulümat da her tarafı istilâ etmişti.
Ben o acib vaziyette iken, mazî olan sağ tarafıma baktım. Pek müdhiş bir adem zulümatını gördüm. Sonra müstakbel olan sol tarafıma nazar ettim, tehdid edici dehşetli dağdağalar, fırtınalar gördüm. Sonra alt tarafıma baktım, gördüm ki; esfel-i safilîne kadar giden bir derinlik var görünüyor. Sonra yukarıya başımı kaldırdım gördüm ki; pek karanlık, kesif, boğucu, yağmursuz, sağır bir bulut tabakası vardırki; Gam ve keder, yütüm ve ye’s ve be’s yağdırıyor. Sonra ön tarafıma nazarımı gönderdim, gördüm ki; o müdhiş zulümat dalgaları arasında; parçalamak için dişlerini bileyen ifritler, akrepler, ejderhalar ve kurtlar var. Sonra dönüp arkama baktım, gördüm ki, ne bir meded ve ne mugis ve ne de bir muîn var.
İşte ben, o tecrübemden pek pişman, nâdim, me’yus ve medhuş iken; birden hidayet-i Rabbaniye imdada yetişti, gözümü açtırdı. Baktım gördüm ki, âlem üstünde kamer-i İslâmiyet doğmuş, pertev-efşan olmuştur. Kur’an güneşi dahi her tarafı ziyasıyla aydınlatmıştır. İşte ben
Fenada bir beka-i baki gördüm
Bütün zerrat birer lisan göründü
Lisan ve gözlerinden akar gördüm
Şehadet şehdini, tevhidi gördüm.
وَ فِي كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَي اَنَّهُ وَاحِدٌ
اِعْلَمْ
Ey dünyevî lezzet ve saadeti gaflette ve dine karşı lâkaydlıkta tevehhüm edip arayan biçare insan! Bil ki; ben bu hususta kendimi bir defa tecrübe ettim; Manen gördüm ki: Ben pek yüksek olan bir dağın başından, öbür dağın başına kadar uzanan gayet azîm bir köprü üstündeyim. O köprünün altında da gayet derin bir dere vardır. Ve bize dünyayı ve içindekilerini karanlığa boğan müdhiş bir zulümat da her tarafı istilâ etmişti.
Ben o acib vaziyette iken, mazî olan sağ tarafıma baktım. Pek müdhiş bir adem zulümatını gördüm. Sonra müstakbel olan sol tarafıma nazar ettim, tehdid edici dehşetli dağdağalar, fırtınalar gördüm. Sonra alt tarafıma baktım, gördüm ki; esfel-i safilîne kadar giden bir derinlik var görünüyor. Sonra yukarıya başımı kaldırdım gördüm ki; pek karanlık, kesif, boğucu, yağmursuz, sağır bir bulut tabakası vardırki; Gam ve keder, yütüm ve ye’s ve be’s yağdırıyor. Sonra ön tarafıma nazarımı gönderdim, gördüm ki; o müdhiş zulümat dalgaları arasında; parçalamak için dişlerini bileyen ifritler, akrepler, ejderhalar ve kurtlar var. Sonra dönüp arkama baktım, gördüm ki, ne bir meded ve ne mugis ve ne de bir muîn var.
İşte ben, o tecrübemden pek pişman, nâdim, me’yus ve medhuş iken; birden hidayet-i Rabbaniye imdada yetişti, gözümü açtırdı. Baktım gördüm ki, âlem üstünde kamer-i İslâmiyet doğmuş, pertev-efşan olmuştur. Kur’an güneşi dahi her tarafı ziyasıyla aydınlatmıştır. İşte ben
Yükleniyor...