duygulara sahibdirler. Ve bu mecliste, ibda’ ve teşhir edilen herşeye müştakane bakıp tenezzüh etmek için gelmişler.. ve hem seni de, oynanan temsili de görmektedirler. Fakat sen onları görmeyecek bir tavır ve vaziyettedirler.

İşte eğer temsilin sırrını anladınsa, dar-ı dünyadaki şu masnuata bak ki; bir kısmı zerabi-i mebsuse (yani döşenmiş, bezenmiş haliçeler) ve bir kısmı füruş-u merfua (yani yüksek koltuk ve döşekler) ve bir kısmı dikilmiş kaftanlar ve bir sınıfı dizilmiş inci ve hülyeler ve bir taifesi neşredilmiş sahifeler gibidir. Hem onlardan bir kısmı bezenmiş, süslenmiş ezahir ve semerat, yani çiçekler ve meyvelerdir ki; renk, tat ve kokularıyla zîhayatları ve muhtaç olanları kendi nefislerine davet ediyorlar. Hem nakış ve zinet ve san’atlarıyla ehl-i akıl ve ehl-i ibreti çağırmaktadırlar. Ve keza onlardan bir kısmı da nebatattır ki, kendi vazife-i hilkatları yolunda intişar için etrafa tohumlar saçmakta; ve bir kısmı da hayvanat olup vazife-i ubudiyetleri için ayakları üstünde hal-i kıyamdadırlar. Halbuki bunların ekserisi kendilerine tevdi’ edilen yüce mehasin ve yüksek letaiflere şuurları ermez. Şu halde o letaif ve mehasini, yalnız onları taşıyan âmî ve acemî hameleleri için değil; belki ancak onlardan başka bir kısım semî’ ve basîrlerin istifadeleri içindir.. ve hakeza, kâinat kitabının sahaifinde dizilmiş daha hadsiz ve hududsuz eşya ve mevcudat vardır.

İşte bütün bu celbedici haşmet ve şu cezbedici zinet ve çeşitli taltifler ve sevdirilmekler ve şu enva-i tahabbübat ve taarrüfat ve bu aksam-ı taahhüdat ve taammüdat (yani kasdî in’amlar ve ihsanlar) hem bu esnaf-ı tezeyyünat ve tebessümat; ve şu işaretler ve cilve ve cümbüşler eşkali ve daha bunlar gibi lisan-ı haller ki, nerede ise lisan-ı kal ile nutka gelecek olan mevcudatın vücudlarıyla beraber; şu dünya sahasında, zâhir nazarda ins ve cinden başka, ehl-i ibret ve bisaret görünmüyor. Halbuki gaflet ve dalâlet, ins ve cinnin ekserisini de kör ve sağır çocuklar haline getirmiş, tabiat tağutunun zulümatı içinde felç olup körleşmişlerdir.

Öyle ise, bir hads-i sâdık ve zaruret-i kat’iye ve bedahet-i akliye ile lâzımdır ki; şu kainat ins ve cinden başka ve maada, ehl-i ibret ve ashab-ı tesbih olan zevi-l ervah ile lebaleb dolu bulunsun.

İşte şu geçmiş hakikata dair bak, hakikî söz yalnız onun sözü olan Sahib-ül Mülk kendi Kur’an’ında ferman ettiği şu âyete dikkat et:

Yükleniyor...