ki, o kasrı yapan usta, bütün Küre-i Arza hükmeden bir hâkim-i mu’cizekârdır.

İşte herbir hayvan, öyle bir kasr-ı İlahîdir. Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz’dan, ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anasır âleminden geldiği gibi; hacâtı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktarında intişar etmiş, rabıtaları ve alâkaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir.

İşte ey kendini insan zanneden insan! Madem mahiyetin böyledir; seni yapan ancak o zat olabilir ki: Dünya ve âhiret birer menzil; arz ve sema birer sahife; ezel ve ebed, dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden bir zat olabilir. Öyle ise insanın ma’budu ve melcei ve halaskârı o olabilir ki; arz ve semaya hükmeder, dünya ve ukba dizginlerine maliktir.

***


اِعْلَمْ يَ قَلْبِي

Bil ey kalbim! Bazı eblehler var ki, Güneşi tanımadıkları için, bir ayinede Güneşi görse, ayineyi sevmeye başlar. Şedid bir his ile onun muhafazasına çalışır. Tâ ki içindeki Güneşi kaybolmasın. Ne vakit o ebleh; Güneş, ayinenin ölmesiyle ölmediğini ve kırılmasıyla fena bulmadığını derketse, bütün muhabbetini gökteki Güneşe çevirir. O vakit anlar ki, ayinede görünen Güneş; ayineye tabi değil, bekası ona mütevakkıf değil.. belki Güneştir ki, o ayineyi o tarzda tutuyor ve onun parlamasına ve nuruna meded veriyor. Güneşin bekası onunla değil; belki ayinenin hayatdar parlamasının bekası, Güneşin cilvesine tabidir.

Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin, bir ayinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i beka, o ayine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil.. belki o ayinede istidada göre cilvesi bulunan Baki-i Zülcelal’in bir isminin cilvesine karşı muhabbetindir ki, belahet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere

Yükleniyor...