kelimeleri, (yani o esnada kaydedilen tabirler, not alınan ifadeler ise) nar ile nurun, fırtınalı bulutlardaki şimşeklerin birbiriyle müsaraa ettikleri gibi, müthiş bir mücadele esnasında tevellüd eden kelimelerdir. Bir anda fikren yerden göğe, gökten yere inip çıkmak gibi bir vaziyet içindeydim. Çünkü ben öyle bir yola sülûk ettim ki; akıl ve kalb berzahı arasında, evvelce sülûk edilmemiş bir yoldur. O sukut ve suuddan başım dönüyordu. İşte ben de o esnada her bir nura rastladıkça, sonra hatırlamak üzere üstüne bir alâmet dikiyordum. Çok defa üzerine bir alâmet kelimesini bıraktığım hakikatlar, bana tabiri mümkün olmayan şeylerdi. Belki ihtar ve tezkire birer alâmet için olup, delâlet etmek için değildiler. Anlaşılıyor ki, çoğu zaman birer nur-u azîm üstüne, tek bir kelime alâmet koymuşum. Bilâhare müşahede ettim ki, o zulümatlı yerin tüneli
{Zulümatlı yerin tüneli ise: Otuzuncu Söz’ün Birinci Maksadının âhirinde Fatiha’nın sonundaki üç yolun mahiyetine dair gördüğü bir hâdise-i ruhaniyeye işarettir. (Mütercim)}
içinde imdadıma gelen o nurlar, Kur’an güneşinin şuaatı imişler, bana lâmbalar suretinde temessül etmişlerdi.
Said-i Nursî
{Zulümatlı yerin tüneli ise: Otuzuncu Söz’ün Birinci Maksadının âhirinde Fatiha’nın sonundaki üç yolun mahiyetine dair gördüğü bir hâdise-i ruhaniyeye işarettir. (Mütercim)}
içinde imdadıma gelen o nurlar, Kur’an güneşinin şuaatı imişler, bana lâmbalar suretinde temessül etmişlerdi.
Said-i Nursî
Yükleniyor...