Evet, vaktin evvelinde hayalen Kâ’be’ye karşı namaz kılan zat, kendi yerinde iken Kâ’be’ye; Kâ’be’yi makamında olarak tasavvur edip nazar etmesi lâzımdır. Ve Kâ’be’yi kendi yanına çekmeye uğraşmasın ki, saflar tezahür etsin. Hem kasdî olarak da bununla meşgul olmasın. Belki yalnız tebeî bir şuur kâfi gelir.
Evet kim bilir, belki de eşyadan hiç bir şeyi ihmal etmeden kaydeden Kalem-i Kader-i İlahî, şu mübarek muntazam safların harekâtındaki eşkâli, âlem-i misalin sahifelerinde satırlar halinde yazsın. Zaten âlem-i misalin şânı da, kendindeki misalî levhaları her zaman hıfzetmektir.
REMZ
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Ben taht-el arz zulümatındaki
Otuzuncu Söz’ün Birinci Maksadı’nın âhirindeki vakıa-i ruhaniyeyi kasdediyor. (Mütercim)
seyahatimde kat’iyyen müşahede ettim ki; sünnet-i seniyenin herbirisi birer yıldız ve birer lâmbadırlar gördüm. Böylece bütün sünnetler ve umum şer’î hadler, hasra gelmeyen dalaletli, karanlıklı yollar içinde birer lüküs gibi parlıyorlardı. Ve o halde sünnetten inhiraf etmek demek, şeytanın oyuncağı ve evhamın merkebi ve korkunç dehşetli hallerin ma’razı ve dağ gibi ağır yüklerin hammalı olmak demektir bildim. Fakat sünnet-i seniyyeye ittiba’ edenin, o ağır yüklerini ondan alıp kendi sefinesine bırakır. Hem gördüm ki, sünnet-i seniyyenin herbirisi semadan tedelli etmiş birer muhkem halat gibi olup, onlara yapışan -velev bir cüz’îsi ile dahi olsa- yükselerek saadete gidiyor. Hem gördüm ki, insanların zâhirî ef’alleri arasında ancak bir derece dolaşabilen aklına
____________________________________
Yükleniyor...