Hâtime

(Birkaç mesail-i meşhude-i müteferrika hakkındadır)



BİRİNCİ MES’ELE: Bil ki, ben hayatta sağ kaldıkça Mevlâna Celaleddin-i Rûmî (K.S.) Hazretlerinin dediği gibi derim:

مَنْ بَنْدَهءِ قُرْآنَمْ اَóَرْ جَانْ دَارَمْ ر مَنْ خَاكِ رَهِ مُحَمَّدِ مُخْتَارَمْ

(Ben, hayatta kaldıkça, Kur’anın bendesiyim. Ben Muhammed-i Muhtar’ın (A.S.M.) yolunun toprağıyım.)

Evet, çünkü ben Kur’an-ı Hakîm’i bütün feyz ve nurların menbaı görüyorum. Ve benim eserlerimde hakaikın güzelliklerinden her ne ki varsa, ancak Kur’an’ın feyzinden muktebestirler. İşte bunun içindir ki, bütün eserlerimin i’caz-ı Kur’anın mezayâsından bir nebze zikretmesinden hâlî kalmasına kalbim razı olmuyor. “Lemaat” nâm kitabımda i’caz-ı Kur’anın kırktan ziyade envaını zikretmişimdir. Burada teberrüken yalnız bir mes’elesini zikredeceğim. O da budur:

İşte bir kelâm için “kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş ve hangi makamda söylemiş?” olan tabakalara bak!

Evet, bir kelâmın ulüvv-ü mertebesinin menbaları ve onun kuvveti ve hüsn ü cemali dörttür: 1- Mütekellim.. 2- Muhatab.. 3- Maksad.. 4- Makamdır. Yoksa ediblerin ‘yalnız makamdır’ deyip sapıttıkları gibi değildir. Hem bir kelâmın lafzı, o kelâmın cesedi değil, belki libasıdır. Ve onun içindeki manası ise, onun ruhu değil, belki bedenidir. Fakat o kelâmın ve sözün hayatı ise, ancak mütekellimin niyetinden ve hissiyatından can alır. Ve onun niyet ve hissine göre hayatlanır. Amma kelâmın ruhu ise, ancak mütekellim tarafından içine nefh edilen manadır.

İşte eğer kelâm, emir veya nehiy ise; elbette mütekellimin derece ve makamına göre irade ve kudreti tazammun edecektir. Ve mütekellimin

 /  
742
Yükleniyor...