sırrıyla, yerde ve gökteki her şey onu tesbih ve takdis eder. Ve nâçar ve muztarların dualarına mutlaka icabet eder bir Rabb’dir. Öyle ise, o Melce-ül Haifîn’dir, Gıyas-el Müstagîsin’dir ki, bu kâinat onun envar-ı esmaiyesinin gölgeleri ve esmasının tecellileri ve ef’alinin eserleridir. Hem odur ki, kalbler onun zikriyle (yani ona iman edip hilkat-i eşya ve kâinatı ona vermekle) mutmain olur. Ve bütün umûr ve işler, ona rücu’ eder. İns ve cinni halketmiş, tâ ki ona ibadet etsinler. Evet o, şu kâinatı kaza ve kaderinin kanunlarıyla tanzim eden bir Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad’dir. Hem zatında, sıfâtında, ef’alinde Kâmil-i Mutlak olan bir Latîf ve Habîr, Semi’ ve Basir’dir.

İşte şu yirmi aded mütemazic hakikatler iç içe işlenmiş çizgili nurlarla çok vecihler, çok cihetler ve çok mertebelerle bir hads-i sâdıka nâzırdır.. o da İslâmın tavrına bakar.. o da nübüvvet tavrına açılmaktadır.. bu da imanın hakikatıyla manzumelenmiş bir pencereyi açarlar ki,

هُوَ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ

gösterir. Demek kâinat, bu yirmi çeşit nağmeli lisan ile nida ederek

اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

diyerek şehadet etnektedir.

Hem bil ki:

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

bütün şu geçmiş delilleriyle

لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

ı dahi beraber isbat ediyor. Hem yine bil ki,

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

bütün zikri geçen bürhanlarıyla,

رَسُولُ اللّٰهِ مُحَمَّدٌ

ı istilzam ediyor. Evet

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ

cümlesi, nasılki imanın beş rüknünü tazammun ediyor. Öyle de; aynı o cümle, rububiyet-i İlahiye sıfatlarının da bir mazharı ve bir ayinesidir.

Yükleniyor...