İşte bu sırr ve hikmettendir ki; Kur’an-ı Hakîm hâs olan hazfleri
{“Hazf” lugatta silme, kesme, giderme manasında ise de, istilahta, o yerde bir cümle, kalem ve ya kelimenin örfen bulunması lâzım iken, yazılmamış olmasına denir. –Mütercim–}
–mânâ itibariyle umumîleştirmek için– çoğaltmıştır, ta ki her kes kendi zevkinin ve istihsan anlayışının muktezasına göre takdir edebilsin. Yani, Mukadder olan bir mânâyı çıkarabilsin. Buna binaen: Kur’an-ı Hakîm, âyet cümlelerini öyle bir tarzda dizerek nazmetmiş ve her birisini öyle bir mekan’a vaz’edip yerleştirmiştir ki; muhtelif fehimlerin anlayışlarına muraât etmek için onun cihet ve yanlarından bir çok muhtemel vecihler ve pencereler açılmaktadır ki, ta her bir fehim kendi hissesini alsın ve hakeza, buna göre kıyasla! İşte bu hale binaen, caizdir ki; bütün o ayrı ayrı vecihlerin tamamı Kur’anca mûrad edilmiş olabilsin. Lâkin ulum-u arabiye kanunları onu reddetmemesi; ve belağatın onu istihsan etmesi kaydı; ve maksad-ı Şeriat’ın usulunu beyan eden ilmin onu kabul etmesi şartıyla..
İşte bu nükteden zahir olmuş oluyor ki; i’caz-ı Kur’anın vecihlerinden bir kısmının nazm ve dizilişi, ayrı ayrı her bir asrın ve çeşit çeşit her bir tabakanın anlayışlarına göre, ayrı ayrı birer üslub ile gelmiş ve kalıba dökülmüştür.
---------------(((------------
Yükleniyor...