bilbedahe münakaşaya, yadırgamaya medar olamaz. İş bu sırra binaen, Cenab-ı Kadir-i Kayyûm:

اÏ؟لا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَاللَّطِيفُالْخَبِيرُ

(Mülk/14) diye ferman buyurmuştur. (Meal-i Kerimi: “Âgah olunuz ki; O, halk eylediklerini, yaratmış olduklarını (mahiyetiyle, hikmetiyle, maslahatiyle) bilmektedir. Zira O, hem Latif hem de Habîrdir.)

İşte buna binaen, acaba Cenab-ı Hakîm-i Mutlak nasıl kemal-i sanat ile halkeylemiş olduğu mahlukatından bahsetmiş olmasın?.. ve nasıl yaptıklarının ne olduklarını, neye yaradıklarını ve ne için yaratıldıklarını bilip de, hikmet-i hilkatları hakkında, memlûkları olan ins ve cinn ve melaikeleri ile konuşmasın? Evet, mutlaka O, kendi mevcûdat ve masnuatından bahsadecek ve haklarında; hilkat, hikmet ve mahiyetlerine dair konuşacaktır. Zira O, Aziz ve Hakîm.

0- Muğalatalarından ikincisi: Muarız münkirler Kur'anın üslubu içerisinde mütekellimin, hitab edip konuşanın arkasında bir insan timsalini gördüklerini zu’m ediyorlar. Delilleri de, Kur'anın şu hakir eşyadan ve adî işlerden bahsederken, beşerin birbirleri ile muhavereleri tarz ve uslubunda konuşmasıdır.?!

`Cevab: Acaba bu mütecahiller (yalandan bilmezlik gösterenler) hiç tezekkür etmiyorlarmı ki; belağatın iktizasıyla, muhatabın hal muktezası-na göre tatbiki yapılabilmesi için; kelam, mütekellime bir cihetle bakarsa da, muhatablara da aynı kelamla bir kaç cihetle bakması lazım.. Öyle ise, madem ki muhatab beşerdir, yapılan bahs ve edilen söz onun ahvalindendir.. Ve mademki maksat ve meramın hedefi de beşere bunları fehim edip aklına yerleştirmektir. Elbette Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan beşerin hissiyatiyle memzûc bir uslûbu alıp giyecektir. Bu uslûbun adı ise:

اَلتَّنَزُّلَاتُ اْلاِلٰهِيَّةُ اِلَي عُقُولِ الْبَشَرِ

dir. Yani: Beşer aklının anlayabileceği bir uslûbla, beşerin seviyesine inmektir ki; “Tenezzül-ü İlahî” denilir. Bu ise, beşerin zihnini ünsiyetlendirme, alıştırma hikmetidir. Hey arkadaş! acaba sen bir çocukla konuştuğun zaman, kendini çocuklaştığını görmiyecekmisin?!


 /  
505
Yükleniyor...