ayetle, sonra gelecek olan büyük saadet ve lezzetlerin kapısını açmıştır. Tâ ki, ibadet ehli mü'minlerin nefislerini (kalblerini) tatmin edip, bir çeşit teminat vermiş olsun.
Sonra, vaktaki sabık ayetler, iman rükünlerinin en birincisi ve teklifin de asıl ve temelini teşkil eden “Tevhid”i isbat eyledi. Bu ayetle de tevhidin semeresi ve Rahmetin ünvanı ve rıza-yı Barînin dibacesi (mukademesi) olan Cennet ve saadet-i ebediyeyi göstererek, sarahatla ondan haber vermiştir.
Ve sonra, geçen ayette, erkan-ı imaniyenin ikincisi olan Nübüvveti
وَاِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ الح..
kavliyle i'cazdarane isbat eylediği gibi; bu ayetlede, –üstteki ayetlerin içinde matvî, yani katlanmış bulunan– Peygamberin (A.S.M.) vazifesine ve asıl mükellefiyeti olan Kur'an lisaniyle yapılan inzar ve tebşire işaret eylemiştir.
Sonra, vaktaki üst tarafta geçen ayetlerden, bu ayete yakın bulunanlarda tev’id, terhib ve inzarları yapmışlar. Bu ayetle de, –birbirine mütezad (zıddlı) işlerde dahi münasebetlerin bulunması sırrıyla– vaad, terğib ve tebşirler eylemiştir.
Hem nefsi itaate getiren ve o itaati idame ettiren ve aklî hükümlere vicdanı musahhar kılan şey ise; korku hissi yanında, iştiyak hissini de –bütün terğib ve terhib nev'ilerini cem’ ederek birlikte –ifade edip heyecanlandırmaktır. Zira aklın hükmü tek başına olsa, –hüküm ve emri– muvakkat olur. Öyle ise, vicdanda daimi surette tahrik edici ve emredici bir muharrik ve bir âmir'in bulunmsına ihtiyaç vardır.
Ve yine sabık ayette âhiret’in bir şıkkına,bir yanına (yani cehenneme ateşe) işaret eylediği için; bu ayetlede, ahiretin ikinci şıkkı olan saadet-i ebediyenin menbaını göstermekle tekmil eylemiştir.
Hem sabık ayette, Cehenneme “ateş” ünvaniyle telvih eylediği gibi; bu ayette saadet-i ebediyeye “Cennet” diye tasrih eylemiştir.
İşte bu hakikatleri böylece dinleyip öğrendikten sonra, şunuda bilki: Cennet ve Cehennem, şecer-i hilkatin ebede doğru eğilerek uzayıp giden
Sonra, vaktaki sabık ayetler, iman rükünlerinin en birincisi ve teklifin de asıl ve temelini teşkil eden “Tevhid”i isbat eyledi. Bu ayetle de tevhidin semeresi ve Rahmetin ünvanı ve rıza-yı Barînin dibacesi (mukademesi) olan Cennet ve saadet-i ebediyeyi göstererek, sarahatla ondan haber vermiştir.
Ve sonra, geçen ayette, erkan-ı imaniyenin ikincisi olan Nübüvveti
وَاِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ الح..
kavliyle i'cazdarane isbat eylediği gibi; bu ayetlede, –üstteki ayetlerin içinde matvî, yani katlanmış bulunan– Peygamberin (A.S.M.) vazifesine ve asıl mükellefiyeti olan Kur'an lisaniyle yapılan inzar ve tebşire işaret eylemiştir.
Sonra, vaktaki üst tarafta geçen ayetlerden, bu ayete yakın bulunanlarda tev’id, terhib ve inzarları yapmışlar. Bu ayetle de, –birbirine mütezad (zıddlı) işlerde dahi münasebetlerin bulunması sırrıyla– vaad, terğib ve tebşirler eylemiştir.
Hem nefsi itaate getiren ve o itaati idame ettiren ve aklî hükümlere vicdanı musahhar kılan şey ise; korku hissi yanında, iştiyak hissini de –bütün terğib ve terhib nev'ilerini cem’ ederek birlikte –ifade edip heyecanlandırmaktır. Zira aklın hükmü tek başına olsa, –hüküm ve emri– muvakkat olur. Öyle ise, vicdanda daimi surette tahrik edici ve emredici bir muharrik ve bir âmir'in bulunmsına ihtiyaç vardır.
Ve yine sabık ayette âhiret’in bir şıkkına,bir yanına (yani cehenneme ateşe) işaret eylediği için; bu ayetlede, ahiretin ikinci şıkkı olan saadet-i ebediyenin menbaını göstermekle tekmil eylemiştir.
Hem sabık ayette, Cehenneme “ateş” ünvaniyle telvih eylediği gibi; bu ayette saadet-i ebediyeye “Cennet” diye tasrih eylemiştir.
İşte bu hakikatleri böylece dinleyip öğrendikten sonra, şunuda bilki: Cennet ve Cehennem, şecer-i hilkatin ebede doğru eğilerek uzayıp giden
Yükleniyor...