Evet, öylesi bir ateş ki; odunu, mâhrûkatı insan olmuş olsa, daha çok korkunç ve dehşetli olur. Sonra, bu dehşeti daha da şiddetlendirmek için, taşların da odunu olduğunu atfeylemiştir. Evet, taşları bile yakıp ateş haline getiren bir ateş, sıcaklık, elbette ki te'siri daha çok şiddetli olur. Sonra, taşların da cehennem odunu olduğunun ifadesiyle; taştan yapılmış putlara tapmaktan insanları zecr edip çektiğine de işaret eder. Yani bu işaretle der ki: Allah'ın emrine uymayıp, imtisal etmeyip, gelip taşlara taptığınız taktirde; öyle bir ateşin içine atılacaksınız ki; tapanlarla tapınanları yiyip bitirecektir.
Amma
اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
nin nazmı ise, cezaüş şart lüzumunun fiiline (yani, şart karşılığının fiiline) dair bir vuzuha kavuşturması ve bir takriri kararlaştırmasıdır. (Yani Molla Abdülmecid'in ifadesiyle:
اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا سخصز فَاتَّقُوا
cümleleri arasındaki lüzumu îzah ve takrir eyler.) Yani ki: Şu musîbet (cehenneme girme felaketli musîbet) dünyada tûfan, zelzele vesaire gibi musibetler de olduğu gibi; zalimlerle beraber, ebrar ve ahyara da âmm ve şamil olduğu tarzında değildir. Belki bu musibet, sadece küfrün, imansızlığın önüne katıp sürüklediği kâfir cânîlere mahsus bir musîbet olacaktır. Öyle ise, ondan kurtuluş çaresi olmayacak.. Tek bir çaresi var; o da Kur'an'ın dediklerine uyup, emrine imtisaldir, ondan gayri değildir.
Sonra, şunuda bilki:ö
اُعِدَّتْ
kavli, şöyle bir işaret veriyor ki; Cehennem, (Mu’tezilenin delilsiz zu’umlerinin rağmına olarak) şu anda mahluk ve mevcut haldedir. Hem cehennemin ebedîliği hususunda sana delil olacak ve hads-i kalbîyi ilham eyliyecek şey budur ki: Sen alemde hikmet nazarıyla bakıp tefekkür eylediğinde, görürsün ki; kâinat içinde ateş, azim bir mahluk olup her tarafa yayılmış galip ve hâkim bir unsurdur. Ve bu azim unsur, hem ulvî alemlerde, hem de süflî alemlerde esas, temel ve rükün olarak bulunmaktadır. Hem anlarsın ki; ateş, ebede kadar uzayıp giden pek büyük bir başın, bir ucun ve acib bir semerenin vücûd ve varlığına da işaret eylemektedir.
Amma
اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
nin nazmı ise, cezaüş şart lüzumunun fiiline (yani, şart karşılığının fiiline) dair bir vuzuha kavuşturması ve bir takriri kararlaştırmasıdır. (Yani Molla Abdülmecid'in ifadesiyle:
اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا سخصز فَاتَّقُوا
cümleleri arasındaki lüzumu îzah ve takrir eyler.) Yani ki: Şu musîbet (cehenneme girme felaketli musîbet) dünyada tûfan, zelzele vesaire gibi musibetler de olduğu gibi; zalimlerle beraber, ebrar ve ahyara da âmm ve şamil olduğu tarzında değildir. Belki bu musibet, sadece küfrün, imansızlığın önüne katıp sürüklediği kâfir cânîlere mahsus bir musîbet olacaktır. Öyle ise, ondan kurtuluş çaresi olmayacak.. Tek bir çaresi var; o da Kur'an'ın dediklerine uyup, emrine imtisaldir, ondan gayri değildir.
Sonra, şunuda bilki:ö
اُعِدَّتْ
kavli, şöyle bir işaret veriyor ki; Cehennem, (Mu’tezilenin delilsiz zu’umlerinin rağmına olarak) şu anda mahluk ve mevcut haldedir. Hem cehennemin ebedîliği hususunda sana delil olacak ve hads-i kalbîyi ilham eyliyecek şey budur ki: Sen alemde hikmet nazarıyla bakıp tefekkür eylediğinde, görürsün ki; kâinat içinde ateş, azim bir mahluk olup her tarafa yayılmış galip ve hâkim bir unsurdur. Ve bu azim unsur, hem ulvî alemlerde, hem de süflî alemlerde esas, temel ve rükün olarak bulunmaktadır. Hem anlarsın ki; ateş, ebede kadar uzayıp giden pek büyük bir başın, bir ucun ve acib bir semerenin vücûd ve varlığına da işaret eylemektedir.
Yükleniyor...