nazmından tecelli ediyor. Evet parlak olan i’caz, elbette nazmından çıkıyor.
SANİYEN: Kur’an’daki esasî maksadları ve anasır-ı asliyesi “dört” hakikattir. Bunlar ise: Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve adalettir.
Çünkü: Vakta, kâinat sahrasında beni âdem, acip ve büyük bir kafile (vesair taifeler beraber ve birbiri arkasında) asırlar üstünde, geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve meşherlerinden seferedip; vücut ve hayat sahasında yürüyüşüyle; istikbâlin yüksek dağlarına doğru giderlerken, oradaki bağlara gözleri dikildiği cihetle, zemin halifeliğine mazhariyeti noktasında ve sair zihayata tasarrufatı cihetinde, ruy-i zeminde ekser eşyanın nev-i beşerle münasebetleri iktizasıyla; mevcudatın heyecana gelmesinden, kâinat dahi benî-adem kafilesine yüzlerini çevirip, nev-i beşerle ciddî bir şekilde alâkadar oldu. Beni adem bir tek tâife iken, yüzbinler taifelerde tasarruf etmesi haysiyetiyle kâinat, Zemin gibi – netice-i hilkat-i alem noktasında- onlara bakmakla; güya hilkat-i kâinat hükümetinin zabıta memuru hükmünde olan “FENN-İ HİKMET”i bir müstantık ve sorgulayıcı olarak o misafir kafileye gönderip, ondan sual edip soruyor ki: “Ey beni adem! Nereden geliyorsunuz?. Ve nereye gideceksiniz?. Ve ne yapacaksınız?. Ve böyle neden her şeye karışıyor ve bazen de karıştırıyorsunuz.?. Sultanınız, hatibiniz ve reisiniz kimdir?. Ta bana cevap versin!..”
İşte o muhavereler içinde, birden kafile-i beni-âdemden MUHAM-MED-ÜL HAŞİMÎ (S.A.V) emsalleri olan ulul-azm peygamberler gibi, fenn-i hikmete mukabil ayağa kalktı ve Kur’anın lisanıyla cevap vererek dedi ki:
“Ey müstantık hikmet! Biz mevcudat kafilesi adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelinin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücûda girdik. Biz ben-i âdem tâifesi ise, bir “Emanet-i Kübra” rütbesi ve Hilafet-i ruy-i zemin vazifesiyle, sair mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı bir memuriyet sıfatıyla bu meşhergâh-ı kâinata gönderilmişiz. Ve her zaman da yola çıkmağa müheyya bir vaziyette olup Haşr yoluyla saadet-i ebediyenin kazanılmasının tedarükiyle meşğulüz. Ve bizim re’sülmalımız (sermayemiz) olan istidatlarımızın çekirdeklerini sünbüllendirmekle ve iman ve Kur’an’la inkişaf ettirmekle iştiğal ediyoruz... Ve o kafilenin reis ve hatibi de benim. İşte menşur ferman, bak elimdedir.. Ve ezel ve ebed Sultânının kelâmıdır. Bu ferman, Sultan-ı Ezel’in emirleri ve konuşmaları ol
SANİYEN: Kur’an’daki esasî maksadları ve anasır-ı asliyesi “dört” hakikattir. Bunlar ise: Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve adalettir.
Çünkü: Vakta, kâinat sahrasında beni âdem, acip ve büyük bir kafile (vesair taifeler beraber ve birbiri arkasında) asırlar üstünde, geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve meşherlerinden seferedip; vücut ve hayat sahasında yürüyüşüyle; istikbâlin yüksek dağlarına doğru giderlerken, oradaki bağlara gözleri dikildiği cihetle, zemin halifeliğine mazhariyeti noktasında ve sair zihayata tasarrufatı cihetinde, ruy-i zeminde ekser eşyanın nev-i beşerle münasebetleri iktizasıyla; mevcudatın heyecana gelmesinden, kâinat dahi benî-adem kafilesine yüzlerini çevirip, nev-i beşerle ciddî bir şekilde alâkadar oldu. Beni adem bir tek tâife iken, yüzbinler taifelerde tasarruf etmesi haysiyetiyle kâinat, Zemin gibi – netice-i hilkat-i alem noktasında- onlara bakmakla; güya hilkat-i kâinat hükümetinin zabıta memuru hükmünde olan “FENN-İ HİKMET”i bir müstantık ve sorgulayıcı olarak o misafir kafileye gönderip, ondan sual edip soruyor ki: “Ey beni adem! Nereden geliyorsunuz?. Ve nereye gideceksiniz?. Ve ne yapacaksınız?. Ve böyle neden her şeye karışıyor ve bazen de karıştırıyorsunuz.?. Sultanınız, hatibiniz ve reisiniz kimdir?. Ta bana cevap versin!..”
İşte o muhavereler içinde, birden kafile-i beni-âdemden MUHAM-MED-ÜL HAŞİMÎ (S.A.V) emsalleri olan ulul-azm peygamberler gibi, fenn-i hikmete mukabil ayağa kalktı ve Kur’anın lisanıyla cevap vererek dedi ki:
“Ey müstantık hikmet! Biz mevcudat kafilesi adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelinin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücûda girdik. Biz ben-i âdem tâifesi ise, bir “Emanet-i Kübra” rütbesi ve Hilafet-i ruy-i zemin vazifesiyle, sair mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı bir memuriyet sıfatıyla bu meşhergâh-ı kâinata gönderilmişiz. Ve her zaman da yola çıkmağa müheyya bir vaziyette olup Haşr yoluyla saadet-i ebediyenin kazanılmasının tedarükiyle meşğulüz. Ve bizim re’sülmalımız (sermayemiz) olan istidatlarımızın çekirdeklerini sünbüllendirmekle ve iman ve Kur’an’la inkişaf ettirmekle iştiğal ediyoruz... Ve o kafilenin reis ve hatibi de benim. İşte menşur ferman, bak elimdedir.. Ve ezel ve ebed Sultânının kelâmıdır. Bu ferman, Sultan-ı Ezel’in emirleri ve konuşmaları ol
Yükleniyor...